Bismillahirrahmanirrahim
Hamd, bütün
mahlûkatı yaratan âlemlerin Rabbine mahsustur. Seyyidimiz, Nebimiz ve Mevlamız,
Allah’ın kulu, Resulü ve Habibi olan Ebu’l-Kasım Muhammed’e (s.a.a), Onun masum
ve pak evlatlarına salât ve selâm olsun.
Euzu billahi
mine’ş-şeytani’r-racim.
Giriş:
Yaşantımız içerisinde bir çok soruyla karşılaşmaktayız.
Kimi zaman sorduğumuz soruların cevabını kolaylıkla bulabiliyor iken, kimi
zaman ise bir cevap bulabilmek güçtür. Peki bu sorularla ne yapmalıyız? Bir
cevap aramalı mıyız? Yoksa içimizde ki öğrenme ve bilme isteğini bastırarak duyarsızlaşmalı
mıyız? Hiç sorduk mu kendimize kadının değeri ve şahsiyeti nedir? Kadın, tarih
boyunca nasıl bir süreçten geçmiştir? İslâm kadın hakkında ne diyor? Sormak
gerek, sorgulamak gerek... Düşünmek için, yaratılşımız ile birlikte verilen
değerleri keşvetmek için. Ve bunlardan daha önemlisi kendimizi tanıyıp
anlayabilmek için.
Batı dünyası post-modernite öncesinde kiliseye bağlı idi.
Yani devlet ile kilise birbirinden ayrı değildi, bir bütün idiler. Bu dönem
içerisinde insanlar kilisenin baskısına mağruz kalmıştı. Sormak, sorgulamak,
düşünmek ve araştırmak gibi şeyler yanlış ve günahtan sayılıyordu. İnsanların
birşey sorma hakları yoktu. Söylenenlerin
aksi iddaa edildiğinde ise gözlerin seni yanıltıyor denilmekteydi.
Post-modernite’nin gelişi ile birlikte gerçekleşen sanayi
devrimi, Batı dünyasında çok büyük değişikliklere neden oldu. İnsanlar
ayaklandı ve büyük hikâyelerin sonu geldi. Böylece “Laik” bir kavram ortaya
çıkmış oldu. Peki bu gerçekleşen büyük değişim, kadınlar üzerinde nasıl bir
etki ve bir iz bırakmıştır? Bu değişim kadınlara şahsiyet kazandırdı mı yoksa onları
değerli yapan şeylerden mahrum mu bıraktı?
İslâm ilim öğrenmeyi, sorgalamayı, düşünmeyi kesinlikle
yasaklamamıştır. Tam aksine Peygamber efendimiz (s.a.a)’in de buyurduğu gibi “İlim
talep etmek bütün Müslümanların üzerine farzdır”.[1]
Hadisten de anlaşıldığı üzere ilim öğrenmenin farz oluşu yanı sıra, cinsiyet
ayrımı da yapılmamaktadır. Burada mühim olan insanın hangi niyet ile ilim
öğrenmek isteyişidir. İlimden maksat, sadece İslâmî ilimler değildir. Bu
felsefe, psikoloji, matematik, kimya ve benzeri ilimleri de kapsıyor. Yani
İslâm ilme evet diyor; fakat şehvet peşinde koşan ilme, maskaralığa,
hokkabazlığa hayır diyor. Çünkü İslâm şahsiyet istiyor.[2]
Hz. Fâtıma’ya baktığımızda ne görüyoruz? Onun şahsiyeti
nasıldır? Yeteneği, ilmi nasıldır? Hitabet ve balâgati nasıldır? Hz. Fâtıma’nın
eserlerinden pek çok azı geriye kalmış bulunmaktadır. Fakat ne mutlu bizlere
ki, Onun bir saatlik çok uzun ve geniş
bir hutbesi geriye kalmıştır. Yalnızca bu hutbe bile Müslüman kadının kendisi
ile erkekler arasında ki sınırını koruyup kendini erkeğe göstermek için hazırlamadığı
taktirde, bilgisinin ve topluma katılımının ne derece de olabileceğini
göstermekte yeterlidir.
Hz. Zehra’nın hutbesinde, Nehcü’l-Belâğa’nın yaptığı
tevhid beyanı seviyesinde bir tevhid beyanı vardır. Yani öyle bir seviyede ki,
filozoflar dahi öyle beyan edemezler. Hak Teâla’nın zatı ve sıfatı hakkında
konuştuğunda, adeta dünyanın en büyük filozofları seviyesinde konuşmuştur. İbn
Sina’nın böyle bir hutbeyi okuması mümkün değildir. Sonra birden İslâmî
hükümlerin felsefesini açıklamaya koyuluyor: “Allah namazı bunun için farz
kılmıştır, orucu bunun için farz kılmıştır, haccı bunun için farz kılmıştır,
zekâtı bunun için farz kılmıştır, emri marufu ve nehyi münkeri bunun için farz
kılmıştır ve...”[3]
Hz. Fâtıma, Medine mescidinde binlerce insanın
huzurundadır. Fakat (Allah’a sığınırım) kendini göstermek ve sergilemek için
kürsünün üzerine çıkmıyor. Hz. Peygamber’in sünnetine göre kadınlar bir tarafta
oturuyorlardı, erkekler ise diğer tarafta. Ayrıca aralarından da yüksek bir
perde çekiliyordu. Fâtımatü’z Zehra perdenin arkasından söyleyeceği tüm sözleri
söyledi. Mescitte bulunan bütün kadın ve erkekleri etkiledi.
İşte bu, arz ettiğimizin anlamıdır. Hem şahsiyeti vardır,
hem de iffeti. Hem paklığı vardır, hem de harimi (sınırı). Hiç bir zaman
kendini aç gözlü erkeklerin önüne sergilemiyor. Fakat hiç bir şeyden haberi
olmayan eli ayağı bağlı bir varlık gibi de değil. Hz. Fâtıma herşeyden haberi
olan biriydi.[4]
Demiştik ki Batı da sanayi devrimi ile birlikte yepyeni bir
toplumsal düzen oluştu. Konuya sosyolojik açıdan baktığımız da görüyoruz ki, bu
yeni düzenin olumsuz yönleri toplum içerisinde oldukça çok fazla. Örneğin bir
Batı fenomeni olan Feminizm. Batı kültürü içerisinde kadın ve erkek her sahada
eşit olarak görülüyor olabilir. İkisininde çalışması, tahsil görmesi gibi.
Fakat bütün dünya kadınlarının bu kültüre tabî olması gerekmiyor. Zira her
kültürün ve inancın bu konu hakkında farklı bir görüşü ve bakış açısı
bulunmaktadır. Elbette İslâm insanlar arasında ayrımcılık yapmıyor, ancak
herkesin bir yeri vardır. Ve eğer roller değişirse bu toplumda nizamsızlığa yol
açar. İslâm kadına bazı haklar vermiştir. Bu haklar onun şahsiyetini ve
değerini korumak içindir.
Eskiden kadınlar insan olarak sayılmıyordu. Bugün
günümüzde böyle bir olumsuzluk veya bir sorun bulunmamaktadır. Fakat giderilen
bu olumsuzluklar ( yani kadının insan sayılmaması, değer görmemesinin), yanında
yeni olumsuzluklarda getirmiş oldu. Bunun nedeni ise daha çok kadının kadınlığını,
doğal-fıtrî konumunu, mesajını, doğal isteklerini, özel kabiliyetlerini ve
statüsünü unutmaktan kaynaklanmaktadır.[5]
Psikolojik
araştırmalar çok hassas mülahazalarda bulunarak, kadını değerli kılmak için
yaratılışta bir plânın var olduğunu kanıtlamıştır. Ne zaman bu sınır bütünüyle
kalkıp, bu duvar bütünüyle yıkılmışsa, izzet ve ihtiram açısından kadının
şahsiyeti alçalmıştır. Tabii ki diğer yönlerden kadının şahsiyeti yücelebilir.
Mesela tahsilli olması, bilgin biri olması gibi. Fakat artık o değerli bir
varlık değildir.
Tahsilli veya bilgili olması yahut öğretmen olması,
sınıfları idare etmesi ya da doktor olması, bunların tümüne sahip bulunması
mümkündür. Fakat bu şartlarda kadının yaratılışında var olan o değer, artık
kendisinde yoktur. Gerçekte böyle bir dönemde kadının sahip olması gereken o
izzet ve saygı olmaksızın, erkek toplumunun oyuncağı olmaktadır.
Avrupa toplumu bu yönde hareket ediyor. Yani, kadına
ilim, ve şahsî irade gibi bazı insanî kabiliyetlerin gelişmesi yönünde bir
takım şeyler sunuyor; fakat diğer yönden onun değerini ortadan kaldırıyor.[6]
İlim ve bilinçlilik, kadın şahsiyetinin bir sütunudur.
Özgür ve irade sahibi olmak, güçlü iradeye sahip olmak, şecaatli ve yiğit
olmak, kadın şahsiyetinin temel esaslarındandır. Tapıcı olmak, Allah’ıyla
doğrudan irtibat kurmak ve O’na karşı itaatkâr olmak, hatta üst derecede manevî
irtibat kurmak, enbiyanın Allah ile kurdukları irtibat kadar, Allah ile irtibat
kurmak, kadına şahsiyet kazandıran şeylerdendir.
Diğer taraftan da, kadın toplumda yıpratılmamalıdır. Yani
o aşırı sınırın olmaması gibi, aşırı sınırsızlık da olmamalıdır. Ne erkeklerle
iç içe olmalı, ne de iç içe olmamalı. Ancak bir harim olmalıdır.
Harim, kadının erkeklerle iç içe olması ve olmaması
arasında bir yerdir.
İslâmî kaynaklara başvurduğumuzda, İslâm’ın kadından
istediği şeyin, onun şahsiyeti ve değerliliğinden başka birşey olmadığını
görüyoruz. Toplumda kadının iffetinin egemen olmasıdır istenen. Bu değerlilik
ve şahsiyet sayesinde, toplum bireylerine iffet yerleşir, toplum ve toplumdaki
aile ocakları salim kalır.
Kadının değerliliği, onunla erkek arasında İslâm’ın
belirlediği çizgi dâhilinde bir sınırın olmasına bağlıdır. Diğer bir ifadeyle
İslâm, aile ocağının dışında kalan toplum sahnesinin, erkeğin kadından cinsî
lezzet ve faydalanma sahnesi hâline dönüşmesine izin vermemektedir.
Bununla beraber İslâm’a, ilim ve irade, iman ve ibadet,
hüner ve yaratıcılık konularında kadının konumunun nasıl olduğunu sorduğumuzda
şöyle diyor: Kadın da bu sahalarda aynen erkek gibidir.[7]
Kur’ân-ı Kerim Hz. Fâtımatü’z Zehra hakkında şöyle
buyuruyor: “Şüphesiz biz sana Kevser’i verdik”. Artık Kevser’den daha
üstün bir kelime yoktur.
Kadının mutlak şer, hile ve günah unsuru olduğunun
söylendiği bir dünyada, Kur’ân şöyle buyuruyor: Kadın yalnızca hayır değil,
Kevserdir de. Yani sonsuz hayırdır, bir dünya kadar hayır.
Doktor Seyyid Hassanî’nin dediği gibi:
زنور فاطمه (س) دنیــــاست روشن Fâtıma’nın nurundan dünya aydınlıktır
علی (ع) را همسر است صدیقه از دل Sıddıka
kalbinin derinliklerinden Aliye eştir.
رضای حق حسین
(ع) را داده عزت İzzeti
Hüseyinin rızayeti verdi
İşte Fâtıma gibi bir anneye sahip olan biri
ancak kıyamında ve İslâmı korumada başarılı olabilir. Çünkü Fâtıma ışık saçan bir
mücevherdir. Örnek bir kadındır…
Sonuç:
Batı dünyasının tanımış olduğu büyük
devrimlerden biri olan sanayi devrimi, bugünümüzü oluşturan en büyük
unsurlardan biri olmuştur. Kadına bir yandan şahsiyet kazandırırkan
diğer taraftan onu alçaltmaktadır. Oysa konuya İslâmî açısından baktığımızda, görüyoruz
ki İslâm kadına daima değer vermekle beraber onun şahsiyetini de korumaktadır. Bunun en güzel örneği ise
Hz. Fâtıma’dır. Çünkü eğer Fâtıma olmasaydı, ne Hüseyin olurdu, ne Zeynep…
La havle ve la kuvvete
illa billahi’l-aliyyi’l-azim ve sallallahu ala Muhammedin ve Âlihi’t-tahirin.
(Yüce ve ulu Allah’a dayanmayan hiç bir güç ve
kuvvet yoktur. Allah, Muhammed’e ve pak Ehlibeyt’ine salât eylesin.)
Doktor Seyyid
Hassanî, Kalbi yarattı ve
kudret ve eser onun yarattıklarındandır (şiir).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder