7 Mayıs 2014 Çarşamba

İnsanın Kendini Tanıması ve Yetiştirmesi-3

Kendini Tanımada Ahlak’ın Önemi

Ahlak’ın  insanın  gelişmesindeki etkinliğini Kur’an-i ve İslam-i açıdan ele alındığında Allah bu konuya şems Süresi’nde 11 kez yemin ederek  konunun ne kadar önemli olduğuna vurgu yapmaktadır.

Bismillahirrahmanirrahim

 And olsun güneşe ve yükseliş zamanındaki aydınlığa * Andolsun onu izleyince aya * Andolsun güneşi ortaya çıkardığında gündüze * Andolsun güneşi örttüğünde geceye * Andolsun gökyüzüne ve onu bina edene * Andolsun yere ve onu yayıp döşeyene * Andolsun nefse ve onu yaratıp düzenleyene * Sonra ona kötülük ve iyiliğini ilham edene * Gerçekten onu (nefsini) kötülüklerden arındıran kimse kurtuluşa ermiştir * Onu ( küfür ve günahla ) kirleten ise * şüphesiz ziyan etmiştir * şems  / 1- 11

Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi Kur’an-i kerim  ve İslam, insanın kendini tanıması ve yetiştirmesi hususuna çok önem verdiğini göstermektedir.

Üç gurup insan Allah'ın isteyiğle kıyamet günü istedikleri kapıdan cennete girebilirler, bu özel bir makamdır. Bu makamı güzel bir hadisle açıklayalım.

Hz. Resülullah (s.a.a) şöyle buyuruyor :

1 - Güzel Ahlak’ı Olanlar; Bunlar insanlara hoşgörü, sakin ve güzel davranırlar, çünkü bu davranış güzel ahlak’ın alametidir. cennet güzelliklerin yeridir. Kötü, ahlak’tan yoksun ve çirkevliklerin yeri değildir. Güzel ahlakla davranan kimse oraya istediği kapıdan girebilir.

2 - Allah’ı Anan Kimse;  İnsan hem gizli hem aşikar (açık) Allah’ı aynı oranda anması gerekiyor, gizlide farklı aşikar (Açık) da farklı anmaması şartıyla. ( yani iki yüzlü olmaması ve riya etmemesi gerekiyor )

3 – Başkasıyla İnat Üzere Tartışmayan Kimse;  İnsan inat ve kırıcılıkla başaka biriyle tartışıp o insanın kalbini kırmaması şartıyla.''

Görüldüğü gibi bu üç gurup, bu vasıfları liyakatıyla kendisinde taşırsa istediği kapıdan ve istediği şekilde cennet’e girebileceğini Allah Resul’ü buyurmaktadır.

Hz. Resulüllah (s.a.a) şöyle buyuruyor:  ''Ben; insanların Ahlak’ını islah etmek için gönderildim.''

Bu hadis; Hz. Resulüllah (s.a.a) kendisinin Allah tarafından Peygamber olarak gönderilişinin felsefesini açıklamaktadır. Bu iki hadis bize şunu açıklıyor, Ahlak’ın Kur’an ve İslam açısından İnsanın kendini tanıması ve yetiştirmesine kattığı önemi vurgulamaktadır.  Ve insanı nekadar yüce bir makama sahip kılmaktadır. Ve bir okadarda insan hayat’ında etkilidir.

İnsan’ın  kendini yetiştirmesinin bir kaç özelliği vardır.

1 -  İnsan’ın;  Kendisiyle olan diyaloğunu islah etmesi.

2 -  İnsan’ın;  Toplum, aile ve başka insanlarla olan diyaloğunu islah etmesi.

3 -  İnsan’ın; Allah'la olan diyaloğunu islah etmesi.

4 -  İnsan’ın; Tabiat ve doğayla olan diyaloğunu islah etmesi.

Bu dört özelliye bakıldığında genelde üç özelliye  çok az da olsa vurgu yapılmaktadır. Ama dördüncü özelliye malesef belkide hiç vurgu yapılmamaktadır. Oysa islam tabiat ve doğaya çok önem vermektedir. Ve bir çok hadisde insanla doğanın diyalog ve irtibatına vurgu yapmaktadır.

 Ayet ve Hadisler de şöyle buyuruyor:

 Eğer insan doğa’ya iyi davranırsa doğada insana iyi davranır, eğer insan doğa’ya kötü davranırsa doğada insana kötü davranır.  Dolayısıyla insan bu dört Özelliye sahip olarak davranış ve diyaloklarını ona göre yapmalıdır. Kendini  tanımalıdır. Böylelikle kendini yetiştirmesi hususunda en büyük dereceğe ulaşmış olarak herşeye yararlı olur, yani insan önce kendini tanımalı, yetiştirmeli, sevmeli ve sadakatlı olmalıdır ki tabi’atı ve doğayı sevebilsin ve sadakatlı olabilsin, ve onların korumasını sağlayabilsin, onlara gelebilecek her türlü zararı önleyerek  temiz ve eksiksiz yaşamalarına katkıda bulunabilsin, ama bu vasıflar bir insan da eksik olursa ve tabi’at ve doğa’ya her hangi bir yararının olması mümkün değildir.  

İnsan kendini tanıması ve yetiştirmesi konusuna eğilim gösterip çaba sarfederken şu üç özelliyi  temel faktör olarak ele almalı ve onunla haraket etmelidir.

 1 – İnsan’ın kendini tanıması ve yetiştirmesinde başarılı olması için  sorumluluklarını anlaması ve onları yerine getirmesiyle mümkün olduğunu bilmelidir  .

 Yani  insanlar iki kısımdır, bazılar kendilerini tekamüle ermiş ve kamil bir insan olduklarını iddia ederek, kendilerini tanıma ve yetiştirmeye gerek duymadıklarını söylemektedirler. Bu, kendilerini beyenmiş yalancılar gerçekte kendilerinin tekamüle ermiş olarak görmektedirler. oysaki kamil olmalarının önünü kestiklerinin farkında değillerdir.

 Sosyal hayatta sorumlulukları hissetmenin kendisi tekamüle erme isteyinin kanıtıdır. Üniversite öyrencilerden birtanesi kendi sorunlarını dile getirerek Ahlak hocasına şöyle diyor: Hocam uzun bir zamandan beri kendimi karanlık içerisinde olduğumu hissediyorum, ve bunu düşündüğüm zaman ruhumun karanlığa gömüldüğünü, kendimi geri kalmış ve insanların en aşağı derecesine düşmüş olarak  görüyorum, bu olayın beni yanlış yola yöneltmesinden günaha düşürmesinden ve Allah’tan uzaklaştırmasından korkuyorum. Hoca cevaben şöyle dedi: hayır; bu seni ( tekamüle ) kemale ulaşmak istemenin delilidir .

Yani kendini geri kalmak ve insanların en aşağı derecesine düştüğünü görmek bir üst dereceye ulaşman gerektiğinin bilincini sunmaktır. bu düşünce seni en yüksek dereceye ulaşmana neden kılmaktadır.

Dolayısıyla tekamüle ulaşmanın birinci şartı inanmak ve sorumluluk hissetmektir. Eğer  insan bir makama ulaştığını varsayarak durursa ömrünü boş yere tüketmiş demektir. Kibir, gurur, övünme, riya, iki yüzlülük ve ben buyum demek en büyük felakettir, bu vasıflar bir arpa boyu kadar insanı ileri götürmedeiği gibi insani değerleri elinden alır  ve cehennem kuyularının en derinliğine götürüverir. Ama insan hangi makamda olursa olsun ahlak ölçüleri içerisinde hareket ederse kendini tanıma ve geliştirme ölçüsü kadar yol katetmiş olur,  büyük İrfan ehlinden Molla Ali Hamadan-i şöyel diyor: Kalbimi benden aldılar; Kendi kalbimden şikayet edebileceğim bir yere gitmek istiyorum; Kendisinden şikayet etmek isteyen birisinin ne yapması gerekiyor.? Yüksek makama ulaşan insanlar dahi kendilerinden şikayetçi ve kalben rahatsız oluyorsa bu yücelmenin alametidir. Çünkü insan bu makamdan daha yüce bir makamın  var olduğu  inancındadır. Ve o yüce makama ulaşması gerektiğinin bilincindedir.

Büyük üstadlardan Allame Hasan Zade Amuli; Ebu Ali Sina dan naklediyor: ‘’Siri Kazip’’ ( yalandan doyma ) diye bir tür hastalık vardır. Ebu Ali Sina’nın kanun isimli kitabında şöyle geçmektedir. Hasta bir insan ne kadar aç ve yemeğe ihtiyaç duyarsa kendisini hep tok hisseder. Ama açlık her gün ona vucudun hareketsiz ve zayıf  düşdüğünü hissettirir, hatta bu yemek yememesi neticesinde düştüğü za’af onu başka bir hastalığa daha yakalattırabilir ama o bunun bilincinde değildir. Ona acıkmışsın birşeyler yiyiver açlığını gider düştüğün bu haraketsiz ve za’afiyetten kurtul denildiğinde ben aç değilim tokum diye cevap verir, buna ‘’ Siri Kazip ‘’ yalancı tokluk derler.

Üstad Ebu Ali Sina şöyle diyor: Maneviyat’tan yoksun kimseler, hastayken sürekli yalancı doyumcular gibidir.  Hep övünürler hamdolsun bizim imanımız, amelimiz ve takvamız yeterlidir diyerek kendilerini kandırıp yaptıkları amelleri ve kazandıkları imanlarını da ellerinden veririrler. Bunlar kendilerinin başka bir şeye ihtiyaçlarının olmadığını sanırlar, ve hastalıktan kurtulmak için hiç bir tedavi peşinde olmadıkları gibi sorumluluk hissine de kapılmazlar, dolayısıyla maneviyat yoluyla tekamüle ermenin birinci şartı  kendisini sorumlu hissetmek ve sorumluluğunu yerine getirmekle kamil bir insan olunabilir.

2 – İnasan’ın kendini yetiştirme hususunda uygulamak istediği pılan ve pröje toplumun maslahat ve çıkarını düşünerek hazırlanmalıdır.

Yani bu pılan ve pröje insanların hem dünya ve hem ahiret hayat’ının ihtiyaçlarını gidermesi doğrultusunda olmalıdır. Çünkü islam’ın sunduğu pılan ve pröjede bu özellikler fazlasıyla vardır. Hırıstıyan inancının meşhur kendini yetiştirme pılan ve pröjesi gibi değil, onlar kendilerini yetiştirmek  istediklerinde bütün dünyevi nimetlerden arınıp rahip oluverirler. Yani hayatın temiz yaşamından, evlilikten, aile kurumu oluşturmaktan ve sosyal ve kültürel faaliyetten kendilerini tamamen soyutlayıp sadece ahirete odaklanırlar. Ve bu islam’ın reddettiği bir yaşam tarzıdır. İslam bu yaşam biçimini kabul etmiyor. Doğrudur bu yaşamın bazı kısımlarını uygulamak insanı tekamüle ulaştırır, ama tümüyle uygulamak insanı dünyadan tamamen koparıp yozlaşmış bir hayat yaşamına neden olur, insan nefsini terbiye etme yerine onu öldürerek herşeyden mahrum bırakamaz. İslam böyle yozlaşmış hayatı asla kabul etmiyor.

Eğer insanlar bu ruhban yaşam tarzını benimsemiş olsalardı o zaman dünya hayatında yaşamın bir felsefesi ve anlamı kalmazdı. Yani varlık aleminin bir anlamı olmayacağı gibi toplum hayatı felç olurdu.

Dolayısıyla kendini yetiştirme pröjesi toplumu dünya ve ahiret hayatına yönlendirmek, ve her iki dünyanın tüm nimetlerinden yararlanacağı bir yaşam tarzı sunmak içindir

İnsan hem dünya hem de ahiret hayatını ıslah etmek için çalışmalıdır.

Hafız-i şiraz-i  güzel bir sözle şöyle diyor:  Yanlız gece’leri ibadet et; sakın gündüz yaşamını tatil ettirme; eğer dünya hayatını tatil ederek gece gündüz ibadete yönelirsen vay ki vay. Yani ibadetleri ve işlerini zamanında yap,  vakitleri birbirine karıştırma Allah’a ibadetini kendi vaktinde ekmeğini kazanmak için ise çalışma vaktinde yap,  Hafız-ın sözünün özünde Allah’a aşkın sırrı yatmaktadır. Dünya hatında temiz rızık ve kazanç elde ederek, temiz bir yaşam sürdürmekle, yapacağın salih amel ile elde edeceğin İman ve Takva yoluyla Allah’a  doğru haraket etmelisin. Bu temiz hayatın versiyonlarını şöyle açıklıyor; yani Allah’a yakarmak mı istiyorsun? Tevbe’nin kabul olmasınımı istiyorsun?  O’nunla başbaşa kalıp rahmetinin tatlılığını tatmakmı istiyorsun? O zaman herkesin mışıl mışıl uykuya dalıp uyuduğunda gecenin karanlığında  kalk namaza dur, secdeye kapan ve ellerini aç onun yüce dergahına sonsuz merhametinden günahlarının affı iste, dünya ve ahiretinin saadet ve mutluluğu için dua et, kalbinden ve gönlünden her iki dünya için ne geçiyorsa rabbinden iste  O’ merhamet sahibi ve çok cömert ve bağışlayandır. O' senin isteyini reddetmez ne istersen verir, işte bu tazarru ( razı niyaz) seni tekamüle ulaştırır, ve tam bir yetişmiş insan-i kamil yapar.

Kendilerini yetiştiren ve tekamüle ulaşmanın derecelerini aşan  Arifler bizlere  şöyle nasihat etmektedirler; Mümin bir insan ömrünü iki kısma ayırmaılıdır. Bir kısmı dünya ve diğer bir kısmı ise ahiret için olmalıdır. Ama sakın ifrat ve tefrit'e düşmemelidir. yani ne sadece dünya nede ahirete bağlanmalıdır. her ikisinide bir dengede tutarak götürmelidir. Dolayısıyla kendi ve toplumun ıslahını ve maslahatını gözönünde bulundurmalı ve ihtiyaçlarını giderip her iki dünyanın mutluluğunu elde etmek için gayret göstermelidir.

Evet bütün dua ve yakarışlarla beraber dünya hayatı için ekmeyini kazanmaya gayret eden hakkında hadis-i şerif de şöyle buyuruyor: ''Ailesinin geçimini temin etmek için zor şartlarda çalışıp rızık kazanan mümin bir müslümanın mükafatı Allah için cihad eden savaşçı gibidir.''

 Unutulmamamalıdır ki  kendini yetiştirmek hırıstıyanların rahiplerine veya hinduların yuki’lerine benzer bir yetiştirme değildir. Onlar tüm değerleri öldürme suretiyle tek taraflı ve anlamsız bir yaşamı seçmişlerdir. Ama  islami anlayışla kendini yetiştiremek nefsi terbiye etmekle mümkündür.  Nefsi öldürmekle insani değeri  koruyamayacağı gibi, tekamüle ermek ve insani kamil olmakda mümkün değildir. Ancak nefsi terbiye edip kendini yetiştirmek suretiyle tekamüle ermek ve insani kamil olmak mümkündür.

İmam Hasan (a.s) şehit olduğu gece sahabesinden birtanesi kendisine şöyle arzeti: Yebne Resulüllah (s.a.a) bana bir nasihat edermisiniz.? İmam (a.s) bir kaç söz söyledikten sonra, şu hadisi buyurdu: ''İnsan dünya hayatı için ciddi çalışmalı ve sonsuza kadar yaşayacakmış gibi davranmalıdır. ( söylenmemli işte bu işlerimi bitirdim artık her şeyi bırakıp yanlız ahiret için ibadete yöneleyim, hayır; asla öyle yapmamalıdır. ) Sahabe ahiret için ne yapılmalı diye sordu.? İmam (a.s) buyurdu: Evet ahiret için de amellere öyle önem vermeli yerine getirmelidir ki sanki hemen yarın ölecekmiş gibi ibadet etmelidir.''

Her iki dünya içinde ciddi çalışmak ve her ikisinide temiz tutmak her müslümanın vazifesidir. Burada şu hususu hatırlatmamız gerekiyor, hadis deki dünya için çalışmaktan maksat şu demek değildirki insan sadece ekonomik kazanç elde etmek için ömrünü tüketsin, topluma böyle bir algılama sunmak çok büyük bir hata ve yanlıştır. Bu islam anlayışına aykırıdır. Burada sonsuza dek yaşayacak ve ciddi  sözünden amaç manevi hayatın kazanımlarını elde etmek ve tekamüle ermek için çalışmadır.

3 –İslami  açıdan kendini yetiştirme pılan ve pröjesinde itidallı davranma (yani ortayollu bir yol izleme)  şartı vardır.

 İmam Ali ( a.s ) Nehcü-l Belağa da şöyle buyuruyor: ''Ben hiç bir cahil ve yobaz insan görmedim ki bu iki sıfattan birine sahip olmasın. Ya İfrat ve ya Tefrit ehlinden olmuştur. Yani kendisini ya aşırı ucda ve çok yükseklerde ve ya gerici ve çok aşağılık konumunda görür, bunların her ikiside yanlışla beraber zararlı ve batıldır.''

 Tarihi incelediğimizde zulüm ve yanlış yolda yürüyenlerin ifrat ve  tefrit hastalıklarında olduklarını görmekteyiz, ama toplumun iyi ve hayırlı insanları hep itidal ve orta yolu tercih etmişlerdir.

Dolayısıyla kendini yetiştirme hususunda insan başarılı olmak istiyorsa itidal ve orta yolu seçmeldir ( Yani her şeyde ne fazla aşırı ve nede fazla geri kalmamalıdır.)

İmam Ali ( a.s ) yine nehcü-l Belağa da şöyle buyuruyor:

 ''Sağ ve sol eğilim, her ikiside batıl ve sapık bir yoldur, bu iki yolda insanı yanlış yola saptırıp Allah’tan uzaklaştırdığı gibi hak’tanda mahrum bırakmaktadır. Her ikiside ifrat ve tefrit olduğundan sonları cehennem azabıyla biten bir yol ile noktalanmaktadır. Örnek Nehravan Haricileri fasık, günah ehli ve şarap içen insanlar deyildir. Bunlar belki haddinden fazla bile ibadet eden, Namaz kılan, Helal ve Haramı bilen ve gece namazlarını bir gün dahi terk etmeyen ve bunlara çok dikkat eden mümin derecesinde insanlardı. Ama cahil ve yobaz insan olduklarından dolayı ifrat ve tefrit içerisindeğdiler. Bunlar bir çok ibadet ehlinden daha çok ibadet etmelerine rağmen bunlarin sıkıntı ve pröblemleri ifrat ve tefirte düşmeleriydi. Sağ ve sol eğilim den amaç ifrat ve tefrit hastalığına yakalananlardır. Dolayısıyla her iki yolda sapık, aldatıcı ve batıldır.

İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: ''doğru yol insanı mutluluk ve saadet’e götüren itidal ve orta yoldur. İslam’ın gerçek yolu budur.''

 Allah bizleri kendimizi tanıma ve yetiştirme noktasında islam’ın gerçek ve hak yolu üzere ayakalrımızı sabit, sapık ve yanlış yola düşmeden hareket edenlerden karar kılsın inş.

Ves-Selam’un Aleykum Varehmatullah’i vabere-Katuh.

Allah’u-mme Accil-Liveliyyik-el Farac.

                                                                               Tevekkül EROL     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder