Bambaşka bir davet bu! Zira hem davet edenin kendisi, hem de
davetiyenin kendisi değerli! İşin tuhaf yönü davet edilen ise bizlermişiz,
fakat bundan gafletteymişiz.
Bu özel misafirliğe bizler seçildik. Herkesten farkımız
olmalı ki ilk etap da bu kadar insan arasından bizleri seçmiş. İkincisi çok
kısa bir zaman için geçerli bu davet. Üçüncüsü bu davette herkes eşit haklara
sahip, yok öyle sen ağasın, sen doktor, sen müdürsün, sen hizmetli böyle bir
ayrım söz konusu yokmuş. Fakat davette önemli olan en güzel şekilde kim bu
davete icabet edecek, onu görmek istiyor daveti gönderen, asıl yaratan!
Bu özel daveti Hz. Peygamber (s.a.a) Şaban ayının son
haftasında ki hutbede şöyle buyuruyor:
“Ey İnsanlar! Allah’ın ayı, bereket, rahmet ve mağfiretle
size varıp ulaşmıştır. Öyle bir ay ki Allah indinde her aydan daha üstündür.
Gündüzleri en iyi gündüz; geceleri en üstün gece ve saatleri en iyi saatlerdir.
Öyle bir aydır ki, o ayda Allah’ın misafirliğine davet
edilmiş ve Allah’ın ikramına layık kimselerden kılınmışsınızdır. Nefesleriniz
de tespih, uykunuzda ibadet sevabı vardır.
Bu ayda halis niyetler ve temiz kalplerle sizleri oruç
tutmaya ve Kuran okumaya muvaffak etmesi için Allah’ı çağırın (dua edin).
Evet, misafir olan bizler, ev sahibi ise sahibimiz ve
yaratıcımız olan Allah’tan başkası değil. Bu misafirliğin adı Ramazan ayıdır ve
onun tarafından hazırlanmıştır. Kullarına özel olarak hazırladığı davetin
içeriği iki öğün yemek birde maneviyat, fakat bir farkla ki bu menüde hem karın
tokluğu, hem de ruh tokluğundan ibarettir.
Biz Müslümanlar bu misafirliğin özel olduğuna inanıyoruz.
Zira bu ayda ki lezzetler hem dünyalık ve hem de ahretliktir. Dünyalık
lezzetler sahur ve iftar vakitlerinde kendini insanoğluna sunmakta ve
hazırlanan özel menülerden oluşmaktadır. Ahretlik lezzetler ise ruhumuzun
ihtiyacının karşılanmasıdır. Bu karşılamada gerek bağışlanma uygulansın, gerekse lütuf ve fazilet kazanılsın. Dünya lezzetlerinin yanı sıra bir de
ruhumuzun nur sofrasından nasiplenmesi söz konusudur.
Paylaşımların vermiş olduğu haz ve sevinç, ibadetle
süslenince rabbin razılığı elde edilmiş oluyor. Kalpler kendi hakkına mutluluğu
yaşarken, bedenler acizliğini sergilemekle meşguldür. Konuşmaya dahi takati
olmayan dil, isyan etmeyen, günaha düşmeyen nefis, tezkiyeyle yoğrulunca
emeklerin karşılığı kabul mührünü almış dosyalar halinde ilahi huzura emanet
edilmektedir.
İşte bu davetten kazanılanlar ve kazananlar. Birde bu
davetten yoksun olanlar vardır. Kalplerinde hastalık olanlar, hidayet kapıları
yüzlerine kapatılmış olanlar, kulaklar işitmez, gözler görmez olmuştur.
Satılmışlardır onlar üçbeş değeri olmayan nefis ve dünya tamahına,
aldanmışlardır. Bunların kazandıkları ise dünyada köle gibi bir şekilde
yaşantı, ahret için ise ebedi bir cehennem onları beklemektedir. Hz.
Peygamberin (s.a.a) sözlerinde şöyle geçiyor: Asıl kötü ve bedbaht kimse bu
büyük ayda Allah’ın mağfiretinden mahrum olan kimselerdir.
Sonuçta kim bu özel davete icabet ederse, icabet gereği tüm
zorluk ve sıkıntılar karşısında sabırlı olursa, hem dünyasını ve hem de
ahretini kazanmış olur. Razıyeten merziye makamında gönül eğlendirir. Bütün istek ve arzularını karşılar. Kısacası Allah
Teala misafirde tecelli edecektir. Misafir onun tutan eli, gören gözü
olacaktır, misafirin iradesi, onun iradesi olacaktır, bundan daha yüce bir
makam düşünebilir misiniz?
Oğuzhan UÇUM
Yazarın Diğer Yazıları
______________________________________________________
______________________________________________________
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder