4 Ağustos 2012 Cumartesi

Misafirliğe gidiyoruz!


Misafirliğe gidiyoruz!
Bambaşka bir davet bu! Zira hem davet edenin kendisi, hem de davetiyenin kendisi değerli! İşin tuhaf yönü davet edilen ise bizlermişiz, fakat bundan gafletteymişiz.
Bu özel misafirliğe bizler seçildik. Herkesten farkımız olmalı ki ilk etap da bu kadar insan arasından bizleri seçmiş. İkincisi çok kısa bir zaman için geçerli bu davet. Üçüncüsü bu davette herkes eşit haklara sahip, yok öyle sen ağasın, sen doktor, sen müdürsün, sen hizmetli böyle bir ayrım söz konusu yokmuş. Fakat davette önemli olan en güzel şekilde kim bu davete icabet edecek, onu görmek istiyor daveti gönderen, asıl yaratan!
Bu özel daveti Hz. Peygamber (s.a.a) Şaban ayının son haftasında ki hutbede şöyle buyuruyor:
“Ey İnsanlar! Allah’ın ayı, bereket, rahmet ve mağfiretle size varıp ulaşmıştır. Öyle bir ay ki Allah indinde her aydan daha üstündür. Gündüzleri en iyi gündüz; geceleri en üstün gece ve saatleri en iyi saatlerdir.
Öyle bir aydır ki, o ayda Allah’ın misafirliğine davet edilmiş ve Allah’ın ikramına layık kimselerden kılınmışsınızdır. Nefesleriniz de tespih, uykunuzda ibadet sevabı vardır.
Bu ayda halis niyetler ve temiz kalplerle sizleri oruç tutmaya ve Kuran okumaya muvaffak etmesi için Allah’ı çağırın (dua edin).
Evet, misafir olan bizler, ev sahibi ise sahibimiz ve yaratıcımız olan Allah’tan başkası değil. Bu misafirliğin adı Ramazan ayıdır ve onun tarafından hazırlanmıştır. Kullarına özel olarak hazırladığı davetin içeriği iki öğün yemek birde maneviyat, fakat bir farkla ki bu menüde hem karın tokluğu, hem de ruh tokluğundan ibarettir.
Biz Müslümanlar bu misafirliğin özel olduğuna inanıyoruz. Zira bu ayda ki lezzetler hem dünyalık ve hem de ahretliktir. Dünyalık lezzetler sahur ve iftar vakitlerinde kendini insanoğluna sunmakta ve hazırlanan özel menülerden oluşmaktadır. Ahretlik lezzetler ise ruhumuzun ihtiyacının karşılanmasıdır. Bu karşılamada gerek bağışlanma uygulansın,  gerekse lütuf ve fazilet kazanılsın.  Dünya lezzetlerinin yanı sıra bir de ruhumuzun nur sofrasından nasiplenmesi söz konusudur.

Paylaşımların vermiş olduğu haz ve sevinç, ibadetle süslenince rabbin razılığı elde edilmiş oluyor. Kalpler kendi hakkına mutluluğu yaşarken, bedenler acizliğini sergilemekle meşguldür. Konuşmaya dahi takati olmayan dil, isyan etmeyen, günaha düşmeyen nefis, tezkiyeyle yoğrulunca emeklerin karşılığı kabul mührünü almış dosyalar halinde ilahi huzura emanet edilmektedir.
İşte bu davetten kazanılanlar ve kazananlar. Birde bu davetten yoksun olanlar vardır. Kalplerinde hastalık olanlar, hidayet kapıları yüzlerine kapatılmış olanlar, kulaklar işitmez, gözler görmez olmuştur. Satılmışlardır onlar üçbeş değeri olmayan nefis ve dünya tamahına, aldanmışlardır. Bunların kazandıkları ise dünyada köle gibi bir şekilde yaşantı, ahret için ise ebedi bir cehennem onları beklemektedir. Hz. Peygamberin (s.a.a) sözlerinde şöyle geçiyor: Asıl kötü ve bedbaht kimse bu büyük ayda Allah’ın mağfiretinden mahrum olan kimselerdir.
Sonuçta kim bu özel davete icabet ederse, icabet gereği tüm zorluk ve sıkıntılar karşısında sabırlı olursa, hem dünyasını ve hem de ahretini kazanmış olur. Razıyeten merziye makamında gönül eğlendirir.  Bütün istek ve arzularını karşılar. Kısacası Allah Teala misafirde tecelli edecektir. Misafir onun tutan eli, gören gözü olacaktır, misafirin iradesi, onun iradesi olacaktır, bundan daha yüce bir makam düşünebilir misiniz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder