28 Aralık 2012 Cuma

Kardeşlik kazanacaktır fitneciler istemese de.

Habertürk kanalında yayınlanan “Öteki Gündem” adlı program gecenin geç saatlerinde Prof. Hasan Onat ve Mehmet Çelik'i “İslam ve Mezhepler” konusunu konuşmak için konuk etmişti.
Program sunucusu, her şeyden bihaber samimi Anadolu Müslüman'ı gibiydi. Diğer programlarını da dikkate aldığım da bu sonuca varıyorum.
Ama Prof. Hasan Onat kendi de dediği gibi mezhepler üzerinden ekmek yediği için patagonyayı anlatır gibi tarih anlatıyordu. Tarih bilmesek belki inanırdık söylediklerine; ama yaygın metot bu ya, farklı şeyler söyleyeceksin ki seni okumuş sansınlar.
Bu arada hakkını vermek lazım bazen doğru tespitleri de yok değildi. Mesela dört hak mezhep kavramının sultanlar tarafından mezhepleri kontrol altında tutmak için alınan bir karar olduğunu söylerken çok isabetli bir tespitte bulunuyordu.Üçüncü yüzyılda alınan bu kararla mezheplerin nasıl devletçi ve statükocu bir yapıya dönüştüğünü aslında vurguluyordu.
Mezheplerin Peygamber (s.a.a) zamanında olmadığını, aslında spor kulüpleri gibi bir şey olduğunu her gün bir mezhepten diğer bir mezhebe geçilebileceğini söylerken de bu mezhepleri ve İslam medeniyetine kazandırdıkları ilmi tekâmülü istihza ederek reddediyor, bir Sünni'nin Diyanet İşleri Başkanının öldürebileceğinde bile dini hiçbir beisin olmayacağını kolayca söyleyebiliyordu. Bunu söylerken aslında kendisinin de söylediklerinin bir kıymet-i harbiyesinin olmadığını açıklıyordu. Yani Diyanet İşleri Başkanının din adına konuşamayacağını, konuşsa bile bağlayıcı olmadığını söylerken sadece tarihçi biri olması hasebiyle din ve mezhepler hakkında kendisinin de hiçbir şey ifade etmediği sözlerinden apaçık anlaşılıyordu.
Konuşmalarında Sünni mezheplerini eleştirip Şiileri ve Alevileri derinden rencide edecek sözlerine zemin hazırlayarak ustaca manevralar yapmaya gayret etse de bu kesim hakkında söylediklerinden nasıl bir nefret taşıdığını gizleyemiyordu.
Mehmet Çelik Bey Hasan beyden daha cesurca taassup ve nefretini açıklıyordu ve gizleme gereği duymuyordu. Bu zevatın söylediklerine cehalet hâkim olsaydı mazur görür hoş karşılardık; ancak herkesin bildiği apaçık konuları bile hakaret ederek iftira boyutuna taşıması bir kuyruk acısı taşıdığını ve bilinçli yapıldığını ortaya koyuyordu. Kuyruk acısının ne olduğunu biz bilmeyiz elbette.
Müslüman Şiilerin Kuran ve sünnetin doğru anlaşılması konusunda inandıkları içtihat müessesesine hakaret ederken Sünni müçtehitlerin de içtihatlarını reddettiğini fark etmiyorlardı galiba.
İslam'da içtihat yoksa Ebu Hanife ve diğerleri neye dayanarak içtihat ettiler? Var ise kim hangi yetkiye dayanarak bu hakkı 4 kişiye verdi? Kendi itiraflarına göre üçüncü yüzyıl iktidarları bu hakkı verdi ve dörtle de sınırladı. Bu iktidar sınırlaması da kabul gördü. Acaba 4 Sünni mezhep, iktidarların siyasi emellerine alet olan siyasi oyunlar soncu kuruldu diyebilir miyiz? Hele her iki sözde akademisyenin Şialar hakkında, “Onlar Ayetullahları günahsız ve hatasız görüyorlar” demeleri gerçekten çok gülünçtü. Cehaletin bu kadarına da pes yani!
İçtihat eden müçtehitler Kuran ve Nebevi sünneti anlamak için ilmi çalışmalar yaparlar ve vardıkları sonuç, ilmi olarak din literatüründe fetva olarak adlandırılır ve dini konularda uzman olmayanlar için ilmi bağlayıcılığı olur. Bu ilmi çalışmada hata yapma olasılığı da vardır. Tıpkı fizik, kimya, ekonomi, tıp vb. bilim dallarında olduğu gibi.
Ne var ki Şiilikte içtihat müessesesi devletlerin kontrolünde değil, ilim adamlarının yetkisindedir.
Sünnilikte taassup hiç olmamış, mezhepler arasında kavga asla olmamıştır diyorlar. Soruyorum; İmam Hanbelî'yi kimler neden öldürdü? İmam Nesai niçin ve kimler tarafından öldürüldü?
Sünniliğin bir kolu olarak tanıttıkları ve savundukları Vahabiliğin kimler tarafından hangi amaçlarla kurulduğunu ve yaptıkları katliamları özellikle Sünni toplumlardan öldürdükleri binlerce insanı hangi mantıkla açıklayacaklardır acaba? Şiilerden öldürdüklerini sormuyorum. Zaten Vahabiler Şiileri Müslüman kabul etmezler, Sünnileri etmedikleri gibi.
Afganistan, Irak, Bahreyn vb. ülkelerde katlettikleri Şiilerin sayısını kimse bilmiyor; ama bugüne kadar Müslümanlara (Sünni Filistin) halkına kan kusturan İsrail'e karşı herhangi bir eylemlerinin olmaması nedense dikkatlerden saklanıyor hep.
Cihat ruhuyla Şii kasaplığı hatta Sünni kasaplığı yapan bu Vahabileri, Sünni olarak görmeleri ne de tuhaftır.
Bir başka gülünç konusu ise Şiilerin Sünni imamın arkasında namaz kılmadıkları ve onları Müslüman görmedikleri konusudur ve ilk defa Ahmedi Nejad'ın Sultanahmet'te (siyasi) Cuma kılışıydı diyor Mehmet Çelik ve yanındaki şiracı da onaylıyordu!
Biraz insaf, biraz izan!
“İran'da Vahdet Haftası” cümlesini Prof. Google'a sorsanız size yüzlerce doküman ve resim verecektir, dünyanın dört bir yanından.
Büyük ihtimalle bu zevat hacca da gitmemişlerdir. Orada birçok Ayetullah'ın hatta Vahabi imamlar arkasında namaz kıldıkları herkesçe malumdur. Ayetullah Hamanei ve Ayetullah Sistani'nin Sünniler hakkında söylediklerini de azıcık araştırır ya da haber takip ediyorlarsa görebilirler.
Biz Türkiye'de yaşayan Şii Müslümanlar ve Şii imamlar ülkemizin her yerinde camilere gider Sünni cemaatle namaz kılarız.
Namaz kıldığımız birçok camide hoca efendilerin bazıları her şeyi halletmişçesine Şiilere iftira ve hakaret ettiklerini göre-göre, kardeşimdir cehaletinden söylüyor diyerek yine arkasında namaz kılmışızdır.
Programda konuşulan konuların tamamına cevap verecek değilim; ancak ağızlarındaki baklayı çıkardıklarında epeyce rahatladım. Çünkü konuşulanlar siyasi amaç taşıyordu. Eh onların da siyaset yapma hakları vardır elbette. Meğerse kuyruk acıları Suriye'de. ABD, AB, Katar ve Türkiye'nin organize ettikleri mücahit kardeşleri bir başarı elde edememişler, bunlar da ona kızgınlarmış. Haklılar tabi kızmakta.
Uluslararası camianın tüm desteklerine rağmen tuttukları takım rakip takımı yenemedi, maç da sona ermek üzere, onlar kızmasın da kim kızsın?
Üzüldüğüm nokta ise tüm bu nefret söylemlerini Sünnilik adına yapmaları oldu.
Saygın Sünni şahsiyetlerle Şii âlimler arasında hiçbir sorun olmadığı gibi, Sünni ve Şii halkların da arasında kavga yoktur. Kendilerini mücahit sayan terörist gruplar ve bunların sözcülüğünü yapan birkaç sözde akademisyenin yarattığı sorunlar vardır. Bu sorunlar da duyarlı Sünni ve Şiilerin ferasetli davranışlarıyla bertaraf oluyor.
Şiilikte demokrasi yok diyen bu zevat, ülkemizdeki kamuoyu sonuçlarına baksalar savundukları tezlerin halk tarafından kabul görmediğini anlayacaklardır ama nerde?
İçinde bulunduğumuz ay Muharrem ayı ve Hz. Hüseyin'in şahadet yıldönümü merasimlerinin tüm dünyada yapıldığı gibi ülkemizde de derin bir hüzün ve yüksek duygularla yaşanıyor olduğu bir dönemde Ehlibeyt imamlarına ve mensupları Şiilere ağır hakaretler ederek bir provokasyon mu amaçlanıyor diye düşünmeden edemiyorum doğrusu.
Umarım bir provokasyon içinde değiller; ama eğer böyle olsa da birlik, kardeşlik ve barışı her zaman esas alan Şii ve Sünni toplum bu konularda çok tecrübelidir ve hiçbir zaman bu tür provokasyonlara pabuç bırakmamıştır.
Müslümanlar birbirlerinin harimine saygı göstermezse elin gâvuru tüm Müslümanların ortak değeri Kuran ve Peygamber'e de hakaret eder, kıbleleri Kudüsü de işgal eder.
Kardeşlik kazanacaktır fitneciler istemese de.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder