Habertürk kanalında yayınlanan “Öteki Gündem” adlı program
gecenin geç saatlerinde Prof. Hasan Onat ve Mehmet Çelik'i “İslam ve Mezhepler”
konusunu konuşmak için konuk etmişti.
Program sunucusu, her şeyden bihaber samimi Anadolu
Müslüman'ı gibiydi. Diğer programlarını da dikkate aldığım da bu sonuca
varıyorum.
Ama Prof. Hasan Onat kendi de dediği gibi mezhepler üzerinden ekmek yediği için patagonyayı anlatır gibi tarih anlatıyordu. Tarih bilmesek belki inanırdık söylediklerine; ama yaygın metot bu ya, farklı şeyler söyleyeceksin ki seni okumuş sansınlar.
Ama Prof. Hasan Onat kendi de dediği gibi mezhepler üzerinden ekmek yediği için patagonyayı anlatır gibi tarih anlatıyordu. Tarih bilmesek belki inanırdık söylediklerine; ama yaygın metot bu ya, farklı şeyler söyleyeceksin ki seni okumuş sansınlar.
Bu arada hakkını vermek lazım bazen doğru tespitleri de yok
değildi. Mesela dört hak mezhep kavramının sultanlar tarafından mezhepleri
kontrol altında tutmak için alınan bir karar olduğunu söylerken çok isabetli
bir tespitte bulunuyordu.Üçüncü yüzyılda alınan bu kararla mezheplerin nasıl
devletçi ve statükocu bir yapıya dönüştüğünü aslında vurguluyordu.
Mezheplerin Peygamber (s.a.a) zamanında olmadığını, aslında spor
kulüpleri gibi bir şey olduğunu her gün bir mezhepten diğer bir mezhebe
geçilebileceğini söylerken de bu mezhepleri ve İslam medeniyetine
kazandırdıkları ilmi tekâmülü istihza ederek reddediyor, bir Sünni'nin Diyanet
İşleri Başkanının öldürebileceğinde bile dini hiçbir beisin olmayacağını
kolayca söyleyebiliyordu. Bunu söylerken aslında kendisinin de söylediklerinin
bir kıymet-i harbiyesinin olmadığını açıklıyordu. Yani Diyanet İşleri
Başkanının din adına konuşamayacağını, konuşsa bile bağlayıcı olmadığını
söylerken sadece tarihçi biri olması hasebiyle din ve mezhepler hakkında
kendisinin de hiçbir şey ifade etmediği sözlerinden apaçık anlaşılıyordu.
Konuşmalarında Sünni mezheplerini eleştirip Şiileri ve
Alevileri derinden rencide edecek sözlerine zemin hazırlayarak ustaca
manevralar yapmaya gayret etse de bu kesim hakkında söylediklerinden nasıl bir
nefret taşıdığını gizleyemiyordu.
Mehmet Çelik Bey Hasan beyden daha cesurca taassup ve
nefretini açıklıyordu ve gizleme gereği duymuyordu. Bu zevatın söylediklerine
cehalet hâkim olsaydı mazur görür hoş karşılardık; ancak herkesin bildiği
apaçık konuları bile hakaret ederek iftira boyutuna taşıması bir kuyruk acısı
taşıdığını ve bilinçli yapıldığını ortaya koyuyordu. Kuyruk acısının ne
olduğunu biz bilmeyiz elbette.
Müslüman Şiilerin Kuran ve sünnetin doğru anlaşılması
konusunda inandıkları içtihat müessesesine hakaret ederken Sünni müçtehitlerin
de içtihatlarını reddettiğini fark etmiyorlardı galiba.
İslam'da içtihat yoksa Ebu Hanife ve diğerleri neye dayanarak
içtihat ettiler? Var ise kim hangi yetkiye dayanarak bu hakkı 4 kişiye verdi?
Kendi itiraflarına göre üçüncü yüzyıl iktidarları bu hakkı verdi ve dörtle de
sınırladı. Bu iktidar sınırlaması da kabul gördü. Acaba 4 Sünni mezhep,
iktidarların siyasi emellerine alet olan siyasi oyunlar soncu kuruldu diyebilir
miyiz? Hele her iki sözde akademisyenin Şialar hakkında, “Onlar Ayetullahları
günahsız ve hatasız görüyorlar” demeleri gerçekten çok gülünçtü. Cehaletin bu
kadarına da pes yani!
İçtihat eden müçtehitler Kuran ve Nebevi sünneti anlamak
için ilmi çalışmalar yaparlar ve vardıkları sonuç, ilmi olarak din
literatüründe fetva olarak adlandırılır ve dini konularda uzman olmayanlar için
ilmi bağlayıcılığı olur. Bu ilmi çalışmada hata yapma olasılığı da vardır.
Tıpkı fizik, kimya, ekonomi, tıp vb. bilim dallarında olduğu gibi.
Ne var ki Şiilikte içtihat müessesesi devletlerin
kontrolünde değil, ilim adamlarının yetkisindedir.
Sünnilikte taassup hiç olmamış, mezhepler arasında kavga
asla olmamıştır diyorlar. Soruyorum; İmam Hanbelî'yi kimler neden öldürdü? İmam
Nesai niçin ve kimler tarafından öldürüldü?
Sünniliğin bir kolu olarak tanıttıkları ve savundukları
Vahabiliğin kimler tarafından hangi amaçlarla kurulduğunu ve yaptıkları
katliamları özellikle Sünni toplumlardan öldürdükleri binlerce insanı hangi
mantıkla açıklayacaklardır acaba? Şiilerden öldürdüklerini sormuyorum. Zaten
Vahabiler Şiileri Müslüman kabul etmezler, Sünnileri etmedikleri gibi.
Afganistan, Irak, Bahreyn vb. ülkelerde katlettikleri
Şiilerin sayısını kimse bilmiyor; ama bugüne kadar Müslümanlara (Sünni
Filistin) halkına kan kusturan İsrail'e karşı herhangi bir eylemlerinin
olmaması nedense dikkatlerden saklanıyor hep.
Cihat ruhuyla Şii kasaplığı hatta Sünni kasaplığı yapan bu
Vahabileri, Sünni olarak görmeleri ne de tuhaftır.
Bir başka gülünç konusu ise Şiilerin Sünni imamın arkasında
namaz kılmadıkları ve onları Müslüman görmedikleri konusudur ve ilk defa Ahmedi
Nejad'ın Sultanahmet'te (siyasi) Cuma kılışıydı diyor Mehmet Çelik ve yanındaki
şiracı da onaylıyordu!
Biraz insaf, biraz izan!
“İran'da Vahdet Haftası” cümlesini Prof. Google'a sorsanız
size yüzlerce doküman ve resim verecektir, dünyanın dört bir yanından.
Büyük ihtimalle bu zevat hacca da gitmemişlerdir. Orada
birçok Ayetullah'ın hatta Vahabi imamlar arkasında namaz kıldıkları herkesçe
malumdur. Ayetullah Hamanei ve Ayetullah Sistani'nin Sünniler hakkında
söylediklerini de azıcık araştırır ya da haber takip ediyorlarsa görebilirler.
Biz Türkiye'de yaşayan Şii Müslümanlar ve Şii imamlar
ülkemizin her yerinde camilere gider Sünni cemaatle namaz kılarız.
Namaz kıldığımız birçok camide hoca efendilerin bazıları her
şeyi halletmişçesine Şiilere iftira ve hakaret ettiklerini göre-göre,
kardeşimdir cehaletinden söylüyor diyerek yine arkasında namaz kılmışızdır.
Programda konuşulan konuların tamamına cevap verecek
değilim; ancak ağızlarındaki baklayı çıkardıklarında epeyce rahatladım. Çünkü
konuşulanlar siyasi amaç taşıyordu. Eh onların da siyaset yapma hakları vardır
elbette. Meğerse kuyruk acıları Suriye'de. ABD, AB, Katar ve Türkiye'nin
organize ettikleri mücahit kardeşleri bir başarı elde edememişler, bunlar da
ona kızgınlarmış. Haklılar tabi kızmakta.
Uluslararası camianın tüm desteklerine rağmen tuttukları
takım rakip takımı yenemedi, maç da sona ermek üzere, onlar kızmasın da kim
kızsın?
Üzüldüğüm nokta ise tüm bu nefret söylemlerini Sünnilik
adına yapmaları oldu.
Saygın Sünni şahsiyetlerle Şii âlimler arasında hiçbir sorun
olmadığı gibi, Sünni ve Şii halkların da arasında kavga yoktur. Kendilerini
mücahit sayan terörist gruplar ve bunların sözcülüğünü yapan birkaç sözde
akademisyenin yarattığı sorunlar vardır. Bu sorunlar da duyarlı Sünni ve
Şiilerin ferasetli davranışlarıyla bertaraf oluyor.
Şiilikte demokrasi yok diyen bu zevat, ülkemizdeki kamuoyu
sonuçlarına baksalar savundukları tezlerin halk tarafından kabul görmediğini
anlayacaklardır ama nerde?
İçinde bulunduğumuz ay Muharrem ayı ve Hz. Hüseyin'in
şahadet yıldönümü merasimlerinin tüm dünyada yapıldığı gibi ülkemizde de derin
bir hüzün ve yüksek duygularla yaşanıyor olduğu bir dönemde Ehlibeyt imamlarına
ve mensupları Şiilere ağır hakaretler ederek bir provokasyon mu amaçlanıyor
diye düşünmeden edemiyorum doğrusu.
Umarım bir provokasyon içinde değiller; ama eğer böyle olsa
da birlik, kardeşlik ve barışı her zaman esas alan Şii ve Sünni toplum bu
konularda çok tecrübelidir ve hiçbir zaman bu tür provokasyonlara pabuç
bırakmamıştır.
Müslümanlar birbirlerinin harimine saygı göstermezse elin
gâvuru tüm Müslümanların ortak değeri Kuran ve Peygamber'e de hakaret eder,
kıbleleri Kudüsü de işgal eder.
Kardeşlik kazanacaktır fitneciler istemese de.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder