3 Ocak 2016 Pazar

Ümmetin Çektiği Acının Müsebbibi Kim ..?

Bismillahirrahmanirrahim

Enbiyalar sultanı, Mahlukat'ın en şereflisi ve fahri kainat Hz. Resulüllah'ın (s.a.a), Allah'ın insanlığa mucizesi olan Hz. İsa'nın (a.s) ve velayet güneşinin altıncısı Hz. İmam Cafer Sadık'ın (a.s) viladetleri, aynı zamanda vahdet haftası başta zamanın sahibi İmam-ı Mehdi'ye (af), veliyyi emr-il müslimin İmam Hamanei'ye, İslam alemine ve bütün insanlığa hayırlı mübarek olmasını diler. İmam Mehdi'nin (af) zuhuruyla beraber dünyaya huzur ve adalet getirmesini Allah'tan niyaz ederim.
Alemlere rahmet olarak gönderilen yüce şahsiyyet Hz. Resulüllah'ın (s.a.a) ümmeti gerçek anlamda rahmet peygamberini tanımakla saadet ve huzurlu birhayat yaşaması gerekirken, malesef zülüm, cinayet, katliam ve insanlık dışı karşılaşmalara maruz kalmış acı ve göz yaşı içinde hayat sürdürmektedirler.

Bu acıların müsebbibi kimlerdir.? Her çağda olduğu gibi bu çağın firavun ve Nemrud'ları Abd, uluslararası Siyonist çete ve Avrupa Emperyalizmidir.? Kendi halkını baskı altında zulümleriyle inleten, müslümanların başına musallat olan ve emperyalizmin uşaklığını yapıp koşulsuz destek veren zamanın Emevi ve Abbasi zihniyyetli tağut devletlerin başında bulunan fasık, facir, münafık ve zalim idarecilermidir.? Ümmetin kendisimidir.? Yoksa Peygamberlerin varisleri (Ulema) din görevlileri Alimlermidir.?
Sorulması ve cevap bulması gereken sorular okadar çok ki;?  İzzet sahibi Peygamber Hz. Muhammed Mustafa'nın (s.a.a) getirdiği  dini güzelliklerin insana sunduğu  (hayat-ı tayyibe) temiz yaşam, ve bu harika nimete rağmen neden ümmet din düşmanlarının fitne oyunlarına alet olup kendi aralarında ihtilafa düşerek birbirlerine kin ve nefret edip düşman olacak dereceye gelmişlerdir.?
Sorunlar derin ve mantık çerçevesinde araştırıldığında insanın önüne şu çıkıyor, ümmetin bu duruma düşmesinde, müslümanların genel manada sosyal, ekonomi, ahlak, itikat meseleler ve Mezhepsel ihtilafa dur diyemeğen ve çözüm bulamayan aynı zamanda etkisiz kalan 3 ana sebep vardır. Din görevlileri Alimler; Ümmetin kendisi; Fasık, Facir ve Zalim İdareciler.
Din Görevlileri ''Alimler''
Din göverlileri alimler gerçek anlamda yüklendikleri ilahi sorumluluklarını malesef hakkıyla yerine getiremediler, bunun iki nedeni vardır.
Birinci neden; Alimlerin büyük bir kısmı seküler devletin anayasal kurumu olan İmam hatip ve ilahiyat üniverstelerinde verilen dini dersler doğrultusunda eğitim almalarıdır. Devletin kurumu olan diyanet şemsiyesi altında sistemin çizdiği sınırlar içerisinde insanlara dinlerini öğretirken seküler devletin sistemini koruyacak şekilde halkı bilgilendirmeleri gerekiyordu. Bu sınıf Alimlerin derdi ne islamın nede ümmetin kurtuluşa ermesidir. Bunların derdi sadece aldıkları maaşla müreffeh biryaşam ve hizmetçiliğini yaptıkaları seküler devlete sadık kalacak toplum yetiştirmeleridir.
Kur'an-ı kerim şöyle buyuruyor: '' Andolsun ki biz her ümmete, Allah'a kulluk edin ve Şeytan'dan (tağut sistemlerinden) uzaklaşın diye bir peygamber gönderdik; içlerinde, Allah'ın doğru yola sevkettiği de var, sapıklığı hak edeni de. Gezin yeryüzünde bakın, görün, yalanlıyanların sonuçları ne olmuş.'' Nahl / 36
Ayet çok net, Peygamberlerin varisleri (temsilcileri) Alimlerin vazifesi hizmet ettikleri tağut sistemin çıkarlarını korumak mı? yoksa Allah'a ulaşmanın önünde en büyük engel olan bu tağut seküler devletlere karşı mücadele edip halkı gerçek İlahi ilimle bilgilendirip Hz. Resulüllah'ın (s.a.a) mektebinde ümmeti hayatı teyyibe'ye kavuşturmakmıdır.? bu sınıf bağımsız Alimler birinci tercihi kullandılar, yani seküler devlete hizmet etmeği seçtiler.
İkinci neden; Alimlerin makam, servet, popilarizim ve medyatik olma adına gömüldükleri gafletten ümmete gerçek islamı anlatmaya vakit bulamadılar. Dolayısıyla hakkı öğrenmekten mahrum kalan ümmete önüne gelen her insan neyi anlattıysa onun peşine takılıp gittiler. Ve bu iki gurup islam ve ümmeti değil kendilerini düşündükleri için malesef sınıfta kaldılar ve zararı ise ümmet gördü.
 Ama hakkı tebliğ edecek ümmeti Tevhi'din velayet bayrağı altına toplayacak ve vahdeti oluşturacak rabbani Alimler azınlıkta olmalarına rağmen merceiyetin emir ve tavsileri doğrultusunda vazifelerini liyakatıyla yerine geitirmeye gayret etmiş ve Hz. Muhammed'in (s.a.a) dini ve ümmetin onurlu duruşu ayakta almaya devam etmektedir. 
Kur'an-ı kerim şöyle buyuruyor: '' O tebligatçılar öyle kişilerdir ki Allah'ın elçiliğini yapıp hükümlerini tebliğ ederler ve ondan korkarlar ve Allah'tan başka hiçbir kimseden korkmazlardı ve hesap görmiye de Allah yeter.'' Ahzab / 39
Evet (ulema) Alimler eğer bu ayete uyup yüklendikleri sorumluluğu liyakatıyla yerine getirseydi. Hz. Muhammed-in (s.a.a) dinini hakkıyla tebliğ etmiş olurdu. Dolayısıyla islam düşmanları ümmetin arasına nifak ve fitne tohumlarını asla ekemezlerdi. Ve ümmetin  bağrından çıkardıkları evlatları Emperyal ve Siyonist çeteler para karşılığı tekfirci terörist yetiştiremezdi. Ve bu tekfirci unsurlar Müslümanaları katledip namuslarını cahiliye döneminde olduğu gibi pazarlarda satamazlardı. Dolayısıyla heriki vasıflı Alimler de kayıp etti. Çünkü birinci vasıflı din görevlileri seküler devletin güdümünden çıkıp İlahi görevlerini bağımsız yerine getirmedikleri sürece asla ve asla gerçek anlamda din tebligatında muvaffak olamayacaklardır. Çünkü bunlar dini değil tağutun hizmetçileridir. İknci vasıflı alimler nefis, makam ve popilerizimi terk edip ihlasla Allah'ın emirlerini ve dinin gerçeklerini halka tebligat etmedikleri sürece onlarda İsalmın değil şeytanın hizmetçileridir. Dolayısıyla her iki gurubun da muvaffak olması mümkün değildir. Ama rabbani alimlerin duruşu ve hak hizmetçiliyiğle Tevhit bayrağı muhakkak sahibine teslim edilecektir inş.
Ümmet
Müslümanların birçoğu baştan beri Peygamberi, dini ve Kur'an-ın hakikatını asla öğrenmek istemediler. Rabbani Alimler tarafından sunulan Muhammed-i islama ya karşı çıkıtılar yada önemsemediler. Çünkü nefisleri hep kendi arzularının peşinde olanı kabul ettiler. Dolayısıyla hakkı tanımak ve ona amel etmek için israrcı olmadılar. Boşlukta kalmayı ve hoşlarına gidecek sözleri ön pılanda tutmaya çalıştılar. Doğru tebligat yapmayan hocalara da asla tepki göstermediler.
İlim ve itikat boşluğunda kalan müslümana herkes istediği herşeyi verebilir, ümmetin birçoğunun kendiside malesef böyle istedi. Dolayısıyla toplum kendisini değiştirmesi gerekiyordu, ama asla değişmek istemediler. Hak sözlere kulaklarını tıkadıkları gibi bir çok kezde bazı hak meselere tepki gösterdiler. Zamanın şartlarına uyulması gerektiğine inanmak gerektiğini söylediler. Kur'an-ı kerim şöyle buyuruyor: '' Kendini değiştirmeyen bir toplumu biz asla değiştirmeyiz.'' Ümmet kendi alanında Allah'a ulaşmak için dinin gerçeklerini öğrenip yaşadığı konumdan çıkmak istemediği için Allah'ta kendilerine layık olanı ön gördü.
Seküler Devlet Ve Fasık, Facir Ve Zalim İdareciler
Tarih boyu Seküler devlet toplumu ve dini sürekli baskı altında tutmuştur. Bunu yaparken gerek gördüğü zaman çok ince şeytani siyaseti uygulamaktan kaçınmamıştır. Öyle ki; tağut sisteme karşı tehlike görmediği birysel ibadet alanına müdahele etmemiştir. Ama toplumsal alana sürekli müdahele etmiştir. Dini kontrol altında tutmak ve siyasetten soyutlamak için diyanet kurumu denilen bir merkezi oluşturmuştur. Din görevlilerini sistem içinde eğitip yetiştirmiş ve tebligat için diyanet kurumuna atamıştır. Sistem din görevlilerine halka Allah-ı ve dini tanıtırken seküler devletin şirk düzeni olduğunu söylemelerini yasaklamıştır. Kurumda hizmet eden din görevlilerine sisteme zarar gelmeyecek şekilde tebligat yapma yetkisi vermiş ve bütün eylemleri kontrol altına almıştır. Yani halka yapacakları ibadeti anlatıp öğretecek ama sosyal hayata, toplumsal ahlaka ve siyasi meselelere asla girmesine musade etmemiştir. Çünkü halka gerçek dini öğretmek seküler ve tağut sistemin şirk düzeninin tekerliklerine çomak sokmak demektir. Seküler devletin Fasık, Facir ve zalim idarecileri ise gayri meşru sistemin ayakta kalması için kendi halkına baskı işkence yapmaktan çekinmeyerek her türlü pis ve kirli işlere başvurarak toplumun dinin gerçeğini öğrenmesine engel olmuştur. Çünkü biliyorlar ki dinin hakikatından haberdar olmayan toplumu yönetmek ve yönlendirmek çok daha basittir. Böylelikle bu yönlendirme hem sistemi koruyacak hemde halkın milli gelirlerini yandaş çıkarcılarla sömüreceklerdir. İşte bu ahlaktan yoksun siyasi idareciler müslümanlar arasına her türlü mezhepsel nifak tohumlarını ekmekten kaçınmamışlardır.
30 yıl önce İmam Humeyni (ra) emriyle  kurulan ''Tagrib'i Mezahib-il İslami'' İslam Mezheplerini Yakınlaştırma Birliği. İran İslam Cumhiriyet'inde Hz. Rsulüllah'ın viladeti münasebetiyle birlik tarafından her yıl düzenlenen vahdet toplantısına dünyanın çeşitli yerlerinden bilim adamı, akademisiyen ve Alimler davet edilerek islam ümmeti arasında var olan sorunlar tartışılıp konuşulur ve vahdeti oluşturmak için fikirler ortaya konulur, görüşler belirtilir ve kararlar alınır.
 2008 yılında konuşmacı olarak katıldığım bu konfransta dikatimi çeken etkenlerden birtanesi namaz vakitlerinde islam ulemasının mezhepsel sıkıntılarının var olduğuydu. Ve yaptığım konuşmada bunu seraheten dile getirdim, özellikle namaz esnasında her mezhep mensubunun kendi mezhep imamının arkasında namaz kılmaları, Şii ve Sünnü kardeşlerin arkasında az bir katılım imama bağlanmalarıydı. Hamd olsun zamanla bu konu halledilmiş ve Ehl-i Sünnet ve Şii ulamasının arkasında saflar bağlanılarak camaat namazları kılnmaktadır. inşellah bu vahdet ve kardeşlik konfranslar İslam ümmetinin derdine derman, birçok sorunun ortadan kalkmasına vesile olacak kardeşlik pekişecek, İslam ve ümmetin düşmanları ümitsiz vakaaya düşeceklerdir.
Bu sene 29. düzenlenen konfransa türkiye diyanet başkanı Mehmet Görmez de kaltılmış ve bir konuşma yapmıştır. Bu katılım ve konuşma ülke adına takdire şayan sayılacak birgirişimdir.Ama akla takılan bazı soru işaretleri oluşmuştur. Söylemler yerinde ve güzel olsada eylem ne kadar bağlayıcı olur onu  görmek gerekiyor. Çünkü siz devletin kamu kuruluşun bir memurusunuz yani Diyanet kurumunun başkanısınız. bu konfranstan sonra ki tutum ve davranışlarınızı somut eylem  olarak ortaya koymalısınız. konfransta ki konuşmakarınız ve temaslarınız esnasında sergilediğiniz tavırları bundan sonra eyleme dökemezseniz ozaman sizin katılımınızın ve varlığınızın hiç bir fonksuyonu olmamış ve bundan sonrada oturduğunuz yerin inananlar nezdinde bir meziyet ve değeri olmayacaktır. Söylemlerinizde ki vurgu; akan müslüman kanıdır, ölen inasanın Şiisi Sünnüsü olmaz, Camilerden, Tekkelerden, Hüseyiniyelerden, Üniversitelerden, Zaviyelerden ve İlim havzalarından dışarı çıkmalıyız ve kalem ve yazılarla halkları irşad etmeliyiz. Bu vurgulamar tamamen doğru bir tesbitttir. Bunları gerçekleştirmeniz için bağlı olduğunuz siyasi otorite ne kadar müsade eder. Nekadar bağımsızsınız, siz bu söylemlerinizi bağlı olduğunuz camianızla eyleme dökebilirmisiniz. İşte bu soru işaretlerine ne kadar cevap verebilirsiniz, yani siz bağımsız bir otorite değilsiniz. Çünkü daha önce yaşanan ve ümmetin kanayan yarasına tuz basılırken siz genel manada sessiz ve çaresiz kaldınız, ve hiç cevap verip karşı durmadınız. Örnek...!!! 
Şimdi Cevap Alınması Gereken Soru...!!!
--- Suriye; Siyonist ve dünya emperyalizmine karşı Direniş cephesinin ön kalesi olduğunu herkes biliyordu. Bu ülkeyi şer ekseni çeşitli entirka ve şeytani pilanlarla yıkmak için dünyanın 80 ülkesinden getirdikleri ruh hastası ve sapık eli kanlı teröritlere saldırttılar. Bu gayri meşru ve ahlaksız saldıralara kılıf bulmak için azınlık Alevi Esede karşı halk ayaklanmasıdır dediler. Beş yıla yakındır akıtılan masum insanların kanına karşı seküler tağut devlet idarecileri Suriye'yi kerbelaya, teröristleri Hz. Hüseyine ve Esedi Yezite benzettiler. mazlum saydıkları teröristlere siyasi, ekonomi, ve eğit donat adıyla her türlü lojistik desteği vererek kan akıtmaya devam ederken neden sessiz kaldınız.
--- Bahreyn; Diktatör bir tağut yönetimine karşı  hak ve adalet için kıyam eden müslümanları hiçe sayarak işlediği katliam ve yaptığı işkencelerini görmezden gelerek Al Halife diktatörünü desteklerken hangi vicdanlarla susmayı tercih ettiniz.
--- Nijerya; Suçları sadece Kerbela şehitlerinin şehadetinin kırkıncı günü (erbain) matem merasimin de  sine vurup gözyaşı akıtarak ağlayan mazlum müslümanları katleden diktatör ve şeytan devletine karşı suspus oldunuz.
--- Azerbaycan; Yıllardan beri inançları ve tesettür giyimlerinden dolayı hapishanelere atılan kadın ve erkek müslümanlar ve son olarak Nardaran şehrinde Hz. Hüseyine tuttukları matem merasimlerini basan tağut ve siyonit uşağı kukla yönetimin emniyet güçleri müslümanları şehit ederken, ve onlarcasını tutklarken, ve halada devam eden baskı ve zülümlere neden birkez olsun ses çıkarmadınız, ve halada çıkarmıyorsunuz.
-- Ülkenin cumhurbaşkanı; Geçen seçim zaferinden sonra balkon konuşmasında biz Suriye ile savaştayız dediğinde bir diyanet başkanı olarak vazifeniz toplumun yanlışlarını doğrultmaksa, neden itiraz etmediniz ve ülke adına biz neden suriye ile savaşıyoruz sormadınız.
--  Başbakan; dışişleri bakanı iken iki yıl önce diyarbakır dicle üniverstesinde yaptığı konuşmada, bu ülke vatandaşlarına iyi bir gelecek sunmak için Emevilerin medeniyet, Mervanilerin hakkaniyet, Abbasilerin siyaset, Selçuklu ve Osmanlının adalet sistemlerini hakim kılmalıyız dediyinde. Emevi, Mervani ve Abbaslilerin bizimle ne alakaları var çünkü gerçek Muhammedi islamı ortadan kaldırmak için her türlü şirk faaliyetlerini yapan onlardır deyip itirazda bulunmadınız.
--- Başbakan; Irak'ın Musul şehri tekfirci Işıd teröristleri tarafından işgal edilip aynı gün 1700 müslümanı dünyanın gözü önünde kurşuna düzerek katliam yapan bu cani ve ruh hastası sapık insanları koruma ve destekleme adına, Tv karşısında Musulun işgali Sünnü gençliğin bir patlama duygusudur onlara terörist demeğin dediğinde neden bunlar yanlıştır diye karşı koymadınız.
-- Başbakan yardımcısı; Suriye de % 10 Alevi azınlık % 90 Sünnü çoğunluğa tahakkum kurmuştur. Zalim Esed sünnü halkı katlediyor dediğinde, oysa herkes biliyor Suriye olayları ne Alevi ve Sünnü ne Esed meselesi değildir. Asıl mesele Emperyalizmin bir Siyonist pröjesi olduğudur. Dolaysıyla sözde dini bir kurum olarak buna karşı hiçbir tepki göstermediniz.
-- Bugünkü adalet bakanı; Suriyede terör canilerinin Sünnü, Şia ve Alevi demeden baş kesip namuslara tecavüz ettiklerinden dolayı olaylara müdahil olan ve ümmetin namus ve şerefini korumak için mücade eden direniş güçleri hizbullah'a hizbuşşeytan dediğinde, ve bu sölemlerin haksız ve birokadarda yanlış olduğunu bilindiği halde neden bir din adamı olarak bu konuşmaların islam ümmeti arasında ihtilafa ve fitneye neden olabileceği ve böyleki tutum ve söylemlerden kaçınılmaldır demediniz.
-- Daha iki hafta önce bu kuruma ait olan cami imamı cuma hutbesinde Şiiler (İranda) Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osmana küfür ediyor, ey ehli sünnet camaatı bunlar kafirdir diyerek halka nifak tohumu ekerek fitnenin fitilini ateşlerken, neden bu tip probagandalar engellenmiyor, bu ve bunun gibi konuşmalar yalan ve iftiradan başka birşey değildir denilmiyor. Çünkü Ehl-i beyt dostları asla küfür eden sapık düşüncelere sahip değildir. Oysa bu ülke de 25 milyona yakın Ehl-i beyt dostu vardır, Allah korusun ülkede müslümanların arasına fitne çıkarılırsa bunun altından kim kalkabilir, oysa ki düşman bu fırsatı kollamaktadır neden gerekeni yapmadınız.
Bu örnekleri çoğaltabiliriz ama bununla yetinmek yeterlidir diye düşünüyorum. Şimdi sorulması gereken bu sorular nasıl cevabını bulacaktır.  
Diyanet işleri başkanı İran İslam cumhuriyetinde Tahran ve Kum şehirlerinde Müctehidler ve rehber İmam Hamenei'yi ziyaretinde islam ümmetinin dertlerine derman olacak bir ziyaret oluduğunu açıklamış, ''İran, İslam dünyasının sorunlarına mezhep açısından bakmıyor'' tesbitini yaptım demiştir. Sayın başkan siz bu tesbiti İran da yaptığınız anlarda ülkenin cumhurbaşkanı İran Sorunlara mezhepsel yaklaşıyor açıklamasını yapmaktaydı.  İnşellah bu vahdet konfransı islam ilim adamlarına, akademisiyen ve din görevlileri Alimlere işin ciddiyetini muhakkak anlatmıştır. Siyonist ve Emperyalist düşmanların İslam Ümmetin arasına salmak istedikleri fitneden ümitsizliğe kapılır ve Ümmet arasında özlenen samimi sıcaklık ve kardeşlik tesisinin güçlenmesine sebep olur. Çünkü düşman bizim eksik yönlerimizi çok iyi çözmüş durumdadır. Heran zayıf tarafımızdan vurmayı beklemektedir. Artık Ümmet kendisine gelmelidir. İslam Ümmeti birlik ve beraberliği kayıtsız şartsız dini liderlerin sözlerini ve tavsiyelerini dinleyerek itaat etmelidir. İslamın kurtuluşu Müslümanların izzeti ve İslam coğrafıyasındaki yangının söndürülmesi, muhtaç olan mazlumlara ulaşmaının yolu Hz. Resulüllah'ın (s.a.a) muhabbet, sevgi ve aşkıyla birbirini sevmeli ve tek vucud olmalıdır. İhtilaflar bir kenara bırakmalı gömülen bataklık kuyusundan çıkmalıdır. Ümmetin en büyük derdi Filistin ve izzeti ayaklar altına alınan mazlum kardeşleri olmalıdır. Onların elinden tutmak ve Kudüsle beraber onların kurtuluşu için asıl düşman Siyonist ve Emperyalizme karşı savaşmalı ve zaferin kapılarını açmalıdır.
Allah Hz. Muhammed Ümmetine birlik beraberlik ve izzeti nasip etsin ve Ümmetin düşmanlarını zelil etsin inş.
Vesselamun Aleykum varehmetullah-i vaberekatuh.
Ellahumme accil livelliyike-l ferec
Tevekkül EROL
30,12,2015 

     


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder