Bismillahirrahmanirrahim
Enbiyalar sultanı, Mahlukat'ın en şereflisi ve fahri kainat Hz.
Resulüllah'ın (s.a.a), Allah'ın insanlığa mucizesi olan Hz. İsa'nın (a.s) ve
velayet güneşinin altıncısı Hz. İmam Cafer Sadık'ın (a.s) viladetleri, aynı
zamanda vahdet haftası başta zamanın sahibi İmam-ı Mehdi'ye (af), veliyyi
emr-il müslimin İmam Hamanei'ye, İslam alemine ve bütün insanlığa hayırlı
mübarek olmasını diler. İmam Mehdi'nin (af) zuhuruyla beraber dünyaya huzur ve adalet
getirmesini Allah'tan niyaz ederim.
Alemlere rahmet olarak gönderilen yüce şahsiyyet Hz. Resulüllah'ın (s.a.a)
ümmeti gerçek anlamda rahmet peygamberini tanımakla saadet ve huzurlu birhayat
yaşaması gerekirken, malesef zülüm, cinayet, katliam ve insanlık dışı
karşılaşmalara maruz kalmış acı ve göz yaşı içinde hayat sürdürmektedirler.
Bu acıların müsebbibi kimlerdir.? Her çağda olduğu gibi bu çağın firavun ve
Nemrud'ları Abd, uluslararası Siyonist çete ve Avrupa Emperyalizmidir.? Kendi
halkını baskı altında zulümleriyle inleten, müslümanların başına musallat olan
ve emperyalizmin uşaklığını yapıp koşulsuz destek veren zamanın Emevi ve Abbasi
zihniyyetli tağut devletlerin başında bulunan fasık, facir, münafık ve zalim
idarecilermidir.? Ümmetin kendisimidir.? Yoksa Peygamberlerin varisleri (Ulema)
din görevlileri Alimlermidir.?
Sorulması ve cevap bulması gereken sorular okadar çok ki;? İzzet sahibi Peygamber Hz. Muhammed
Mustafa'nın (s.a.a) getirdiği dini
güzelliklerin insana sunduğu (hayat-ı
tayyibe) temiz yaşam, ve bu harika nimete rağmen neden ümmet din düşmanlarının
fitne oyunlarına alet olup kendi aralarında ihtilafa düşerek birbirlerine kin
ve nefret edip düşman olacak dereceye gelmişlerdir.?
Sorunlar derin ve mantık çerçevesinde araştırıldığında insanın önüne şu
çıkıyor, ümmetin bu duruma düşmesinde, müslümanların genel manada sosyal,
ekonomi, ahlak, itikat meseleler ve Mezhepsel ihtilafa dur diyemeğen ve çözüm
bulamayan aynı zamanda etkisiz kalan 3 ana sebep vardır. Din görevlileri
Alimler; Ümmetin kendisi; Fasık, Facir ve Zalim İdareciler.
Din Görevlileri ''Alimler''
Din göverlileri alimler gerçek anlamda yüklendikleri ilahi sorumluluklarını
malesef hakkıyla yerine getiremediler, bunun iki nedeni vardır.
Birinci neden; Alimlerin büyük bir kısmı seküler devletin anayasal kurumu
olan İmam hatip ve ilahiyat üniverstelerinde verilen dini dersler doğrultusunda
eğitim almalarıdır. Devletin kurumu olan diyanet şemsiyesi altında sistemin
çizdiği sınırlar içerisinde insanlara dinlerini öğretirken seküler devletin
sistemini koruyacak şekilde halkı bilgilendirmeleri gerekiyordu. Bu sınıf
Alimlerin derdi ne islamın nede ümmetin kurtuluşa ermesidir. Bunların derdi
sadece aldıkları maaşla müreffeh biryaşam ve hizmetçiliğini yaptıkaları seküler
devlete sadık kalacak toplum yetiştirmeleridir.
Kur'an-ı kerim şöyle buyuruyor: '' Andolsun ki biz her ümmete,
Allah'a kulluk edin ve Şeytan'dan (tağut sistemlerinden) uzaklaşın diye bir
peygamber gönderdik; içlerinde, Allah'ın doğru yola sevkettiği de var,
sapıklığı hak edeni de. Gezin yeryüzünde bakın, görün, yalanlıyanların
sonuçları ne olmuş.'' Nahl / 36
Ayet çok net, Peygamberlerin varisleri (temsilcileri) Alimlerin vazifesi
hizmet ettikleri tağut sistemin çıkarlarını korumak mı? yoksa Allah'a ulaşmanın
önünde en büyük engel olan bu tağut seküler devletlere karşı mücadele edip
halkı gerçek İlahi ilimle bilgilendirip Hz. Resulüllah'ın (s.a.a) mektebinde
ümmeti hayatı teyyibe'ye kavuşturmakmıdır.? bu sınıf bağımsız Alimler birinci
tercihi kullandılar, yani seküler devlete hizmet etmeği seçtiler.
İkinci neden; Alimlerin makam, servet, popilarizim ve medyatik olma adına
gömüldükleri gafletten ümmete gerçek islamı anlatmaya vakit bulamadılar.
Dolayısıyla hakkı öğrenmekten mahrum kalan ümmete önüne gelen her insan neyi
anlattıysa onun peşine takılıp gittiler. Ve bu iki gurup islam ve ümmeti değil
kendilerini düşündükleri için malesef sınıfta kaldılar ve zararı ise ümmet
gördü.
Ama hakkı tebliğ edecek ümmeti
Tevhi'din velayet bayrağı altına toplayacak ve vahdeti oluşturacak rabbani
Alimler azınlıkta olmalarına rağmen merceiyetin emir ve tavsileri doğrultusunda
vazifelerini liyakatıyla yerine geitirmeye gayret etmiş ve Hz. Muhammed'in
(s.a.a) dini ve ümmetin onurlu duruşu ayakta almaya devam etmektedir.
Kur'an-ı kerim şöyle buyuruyor: '' O tebligatçılar öyle kişilerdir ki
Allah'ın elçiliğini yapıp hükümlerini tebliğ ederler ve ondan korkarlar ve
Allah'tan başka hiçbir kimseden korkmazlardı ve hesap görmiye de Allah yeter.''
Ahzab / 39
Evet (ulema) Alimler eğer bu ayete uyup yüklendikleri sorumluluğu
liyakatıyla yerine getirseydi. Hz. Muhammed-in (s.a.a) dinini hakkıyla tebliğ
etmiş olurdu. Dolayısıyla islam düşmanları ümmetin arasına nifak ve fitne
tohumlarını asla ekemezlerdi. Ve ümmetin
bağrından çıkardıkları evlatları Emperyal ve Siyonist çeteler para
karşılığı tekfirci terörist yetiştiremezdi. Ve bu tekfirci unsurlar
Müslümanaları katledip namuslarını cahiliye döneminde olduğu gibi pazarlarda
satamazlardı. Dolayısıyla heriki vasıflı Alimler de kayıp etti. Çünkü birinci
vasıflı din görevlileri seküler devletin güdümünden çıkıp İlahi görevlerini
bağımsız yerine getirmedikleri sürece asla ve asla gerçek anlamda din
tebligatında muvaffak olamayacaklardır. Çünkü bunlar dini değil tağutun
hizmetçileridir. İknci vasıflı alimler nefis, makam ve popilerizimi terk edip
ihlasla Allah'ın emirlerini ve dinin gerçeklerini halka tebligat etmedikleri
sürece onlarda İsalmın değil şeytanın hizmetçileridir. Dolayısıyla her iki
gurubun da muvaffak olması mümkün değildir. Ama rabbani alimlerin duruşu ve hak
hizmetçiliyiğle Tevhit bayrağı muhakkak sahibine teslim edilecektir inş.
Ümmet
Müslümanların birçoğu baştan beri Peygamberi, dini ve Kur'an-ın hakikatını
asla öğrenmek istemediler. Rabbani Alimler tarafından sunulan Muhammed-i islama
ya karşı çıkıtılar yada önemsemediler. Çünkü nefisleri hep kendi arzularının
peşinde olanı kabul ettiler. Dolayısıyla hakkı tanımak ve ona amel etmek için
israrcı olmadılar. Boşlukta kalmayı ve hoşlarına gidecek sözleri ön pılanda
tutmaya çalıştılar. Doğru tebligat yapmayan hocalara da asla tepki
göstermediler.
İlim ve itikat boşluğunda kalan müslümana herkes istediği herşeyi
verebilir, ümmetin birçoğunun kendiside malesef böyle istedi. Dolayısıyla
toplum kendisini değiştirmesi gerekiyordu, ama asla değişmek istemediler. Hak
sözlere kulaklarını tıkadıkları gibi bir çok kezde bazı hak meselere tepki
gösterdiler. Zamanın şartlarına uyulması gerektiğine inanmak gerektiğini
söylediler. Kur'an-ı kerim şöyle buyuruyor: '' Kendini değiştirmeyen bir
toplumu biz asla değiştirmeyiz.'' Ümmet kendi alanında Allah'a ulaşmak
için dinin gerçeklerini öğrenip yaşadığı konumdan çıkmak istemediği için
Allah'ta kendilerine layık olanı ön gördü.
Seküler Devlet Ve Fasık, Facir Ve Zalim İdareciler
Tarih boyu Seküler devlet toplumu ve dini sürekli baskı altında tutmuştur.
Bunu yaparken gerek gördüğü zaman çok ince şeytani siyaseti uygulamaktan
kaçınmamıştır. Öyle ki; tağut sisteme karşı tehlike görmediği birysel ibadet
alanına müdahele etmemiştir. Ama toplumsal alana sürekli müdahele etmiştir.
Dini kontrol altında tutmak ve siyasetten soyutlamak için diyanet kurumu
denilen bir merkezi oluşturmuştur. Din görevlilerini sistem içinde eğitip
yetiştirmiş ve tebligat için diyanet kurumuna atamıştır. Sistem din
görevlilerine halka Allah-ı ve dini tanıtırken seküler devletin şirk düzeni
olduğunu söylemelerini yasaklamıştır. Kurumda hizmet eden din görevlilerine
sisteme zarar gelmeyecek şekilde tebligat yapma yetkisi vermiş ve bütün
eylemleri kontrol altına almıştır. Yani halka yapacakları ibadeti anlatıp
öğretecek ama sosyal hayata, toplumsal ahlaka ve siyasi meselelere asla
girmesine musade etmemiştir. Çünkü halka gerçek dini öğretmek seküler ve tağut
sistemin şirk düzeninin tekerliklerine çomak sokmak demektir. Seküler devletin
Fasık, Facir ve zalim idarecileri ise gayri meşru sistemin ayakta kalması için
kendi halkına baskı işkence yapmaktan çekinmeyerek her türlü pis ve kirli
işlere başvurarak toplumun dinin gerçeğini öğrenmesine engel olmuştur. Çünkü
biliyorlar ki dinin hakikatından haberdar olmayan toplumu yönetmek ve
yönlendirmek çok daha basittir. Böylelikle bu yönlendirme hem sistemi koruyacak
hemde halkın milli gelirlerini yandaş çıkarcılarla sömüreceklerdir. İşte bu
ahlaktan yoksun siyasi idareciler müslümanlar arasına her türlü mezhepsel nifak
tohumlarını ekmekten kaçınmamışlardır.
30 yıl önce İmam Humeyni (ra) emriyle
kurulan ''Tagrib'i Mezahib-il İslami'' İslam Mezheplerini
Yakınlaştırma Birliği. İran İslam Cumhiriyet'inde Hz. Rsulüllah'ın viladeti
münasebetiyle birlik tarafından her yıl düzenlenen vahdet toplantısına dünyanın
çeşitli yerlerinden bilim adamı, akademisiyen ve Alimler davet edilerek islam
ümmeti arasında var olan sorunlar tartışılıp konuşulur ve vahdeti oluşturmak
için fikirler ortaya konulur, görüşler belirtilir ve kararlar alınır.
2008 yılında konuşmacı olarak
katıldığım bu konfransta dikatimi çeken etkenlerden birtanesi namaz
vakitlerinde islam ulemasının mezhepsel sıkıntılarının var olduğuydu. Ve
yaptığım konuşmada bunu seraheten dile getirdim, özellikle namaz esnasında her
mezhep mensubunun kendi mezhep imamının arkasında namaz kılmaları, Şii ve Sünnü
kardeşlerin arkasında az bir katılım imama bağlanmalarıydı. Hamd olsun zamanla
bu konu halledilmiş ve Ehl-i Sünnet ve Şii ulamasının arkasında saflar
bağlanılarak camaat namazları kılnmaktadır. inşellah bu vahdet ve kardeşlik
konfranslar İslam ümmetinin derdine derman, birçok sorunun ortadan kalkmasına
vesile olacak kardeşlik pekişecek, İslam ve ümmetin düşmanları ümitsiz vakaaya
düşeceklerdir.
Bu sene 29. düzenlenen konfransa türkiye diyanet başkanı Mehmet Görmez de
kaltılmış ve bir konuşma yapmıştır. Bu katılım ve konuşma ülke adına takdire
şayan sayılacak birgirişimdir.Ama akla takılan bazı soru işaretleri oluşmuştur.
Söylemler yerinde ve güzel olsada eylem ne kadar bağlayıcı olur onu görmek gerekiyor. Çünkü siz devletin kamu
kuruluşun bir memurusunuz yani Diyanet kurumunun başkanısınız. bu konfranstan
sonra ki tutum ve davranışlarınızı somut eylem
olarak ortaya koymalısınız. konfransta ki konuşmakarınız ve temaslarınız
esnasında sergilediğiniz tavırları bundan sonra eyleme dökemezseniz ozaman
sizin katılımınızın ve varlığınızın hiç bir fonksuyonu olmamış ve bundan
sonrada oturduğunuz yerin inananlar nezdinde bir meziyet ve değeri
olmayacaktır. Söylemlerinizde ki vurgu; akan müslüman kanıdır, ölen inasanın
Şiisi Sünnüsü olmaz, Camilerden, Tekkelerden, Hüseyiniyelerden,
Üniversitelerden, Zaviyelerden ve İlim havzalarından dışarı çıkmalıyız ve kalem
ve yazılarla halkları irşad etmeliyiz. Bu vurgulamar tamamen doğru bir tesbitttir.
Bunları gerçekleştirmeniz için bağlı olduğunuz siyasi otorite ne kadar müsade
eder. Nekadar bağımsızsınız, siz bu söylemlerinizi bağlı olduğunuz camianızla
eyleme dökebilirmisiniz. İşte bu soru işaretlerine ne kadar cevap
verebilirsiniz, yani siz bağımsız bir otorite değilsiniz. Çünkü daha önce
yaşanan ve ümmetin kanayan yarasına tuz basılırken siz genel manada sessiz ve
çaresiz kaldınız, ve hiç cevap verip karşı durmadınız. Örnek...!!!
Şimdi Cevap Alınması Gereken Soru...!!!
--- Suriye; Siyonist ve dünya emperyalizmine karşı Direniş cephesinin ön
kalesi olduğunu herkes biliyordu. Bu ülkeyi şer ekseni çeşitli entirka ve
şeytani pilanlarla yıkmak için dünyanın 80 ülkesinden getirdikleri ruh hastası
ve sapık eli kanlı teröritlere saldırttılar. Bu gayri meşru ve ahlaksız
saldıralara kılıf bulmak için azınlık Alevi Esede karşı halk ayaklanmasıdır
dediler. Beş yıla yakındır akıtılan masum insanların kanına karşı seküler tağut
devlet idarecileri Suriye'yi kerbelaya, teröristleri Hz. Hüseyine ve Esedi
Yezite benzettiler. mazlum saydıkları teröristlere siyasi, ekonomi, ve eğit
donat adıyla her türlü lojistik desteği vererek kan akıtmaya devam ederken
neden sessiz kaldınız.
--- Bahreyn; Diktatör bir tağut yönetimine karşı hak ve adalet için kıyam eden müslümanları
hiçe sayarak işlediği katliam ve yaptığı işkencelerini görmezden gelerek Al
Halife diktatörünü desteklerken hangi vicdanlarla susmayı tercih ettiniz.
--- Nijerya; Suçları sadece Kerbela şehitlerinin şehadetinin kırkıncı günü
(erbain) matem merasimin de sine vurup
gözyaşı akıtarak ağlayan mazlum müslümanları katleden diktatör ve şeytan
devletine karşı suspus oldunuz.
--- Azerbaycan; Yıllardan beri inançları ve tesettür giyimlerinden dolayı
hapishanelere atılan kadın ve erkek müslümanlar ve son olarak Nardaran şehrinde
Hz. Hüseyine tuttukları matem merasimlerini basan tağut ve siyonit uşağı kukla
yönetimin emniyet güçleri müslümanları şehit ederken, ve onlarcasını
tutklarken, ve halada devam eden baskı ve zülümlere neden birkez olsun ses
çıkarmadınız, ve halada çıkarmıyorsunuz.
-- Ülkenin cumhurbaşkanı; Geçen seçim zaferinden sonra balkon konuşmasında
biz Suriye ile savaştayız dediğinde bir diyanet başkanı olarak vazifeniz
toplumun yanlışlarını doğrultmaksa, neden itiraz etmediniz ve ülke adına biz
neden suriye ile savaşıyoruz sormadınız.
-- Başbakan; dışişleri bakanı iken
iki yıl önce diyarbakır dicle üniverstesinde yaptığı konuşmada, bu ülke
vatandaşlarına iyi bir gelecek sunmak için Emevilerin medeniyet, Mervanilerin
hakkaniyet, Abbasilerin siyaset, Selçuklu ve Osmanlının adalet sistemlerini
hakim kılmalıyız dediyinde. Emevi, Mervani ve Abbaslilerin bizimle ne alakaları
var çünkü gerçek Muhammedi islamı ortadan kaldırmak için her türlü şirk
faaliyetlerini yapan onlardır deyip itirazda bulunmadınız.
--- Başbakan; Irak'ın Musul şehri tekfirci Işıd teröristleri tarafından
işgal edilip aynı gün 1700 müslümanı dünyanın gözü önünde kurşuna düzerek
katliam yapan bu cani ve ruh hastası sapık insanları koruma ve destekleme
adına, Tv karşısında Musulun işgali Sünnü gençliğin bir patlama duygusudur
onlara terörist demeğin dediğinde neden bunlar yanlıştır diye karşı koymadınız.
-- Başbakan yardımcısı; Suriye de % 10 Alevi azınlık % 90 Sünnü çoğunluğa
tahakkum kurmuştur. Zalim Esed sünnü halkı katlediyor dediğinde, oysa herkes
biliyor Suriye olayları ne Alevi ve Sünnü ne Esed meselesi değildir. Asıl
mesele Emperyalizmin bir Siyonist pröjesi olduğudur. Dolaysıyla sözde dini bir
kurum olarak buna karşı hiçbir tepki göstermediniz.
-- Bugünkü adalet bakanı; Suriyede terör canilerinin Sünnü, Şia ve Alevi
demeden baş kesip namuslara tecavüz ettiklerinden dolayı olaylara müdahil olan
ve ümmetin namus ve şerefini korumak için mücade eden direniş güçleri
hizbullah'a hizbuşşeytan dediğinde, ve bu sölemlerin haksız ve birokadarda
yanlış olduğunu bilindiği halde neden bir din adamı olarak bu konuşmaların
islam ümmeti arasında ihtilafa ve fitneye neden olabileceği ve böyleki tutum ve
söylemlerden kaçınılmaldır demediniz.
-- Daha iki hafta önce bu kuruma ait olan cami imamı cuma hutbesinde Şiiler
(İranda) Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osmana küfür ediyor, ey ehli sünnet
camaatı bunlar kafirdir diyerek halka nifak tohumu ekerek fitnenin fitilini
ateşlerken, neden bu tip probagandalar engellenmiyor, bu ve bunun gibi
konuşmalar yalan ve iftiradan başka birşey değildir denilmiyor. Çünkü Ehl-i
beyt dostları asla küfür eden sapık düşüncelere sahip değildir. Oysa bu ülke de
25 milyona yakın Ehl-i beyt dostu vardır, Allah korusun ülkede müslümanların
arasına fitne çıkarılırsa bunun altından kim kalkabilir, oysa ki düşman bu
fırsatı kollamaktadır neden gerekeni yapmadınız.
Bu örnekleri çoğaltabiliriz ama bununla yetinmek yeterlidir diye
düşünüyorum. Şimdi sorulması gereken bu sorular nasıl cevabını bulacaktır.
Diyanet işleri
başkanı İran İslam cumhuriyetinde Tahran ve Kum şehirlerinde Müctehidler ve
rehber İmam Hamenei'yi ziyaretinde islam ümmetinin dertlerine derman olacak bir
ziyaret oluduğunu açıklamış, ''İran, İslam dünyasının sorunlarına mezhep
açısından bakmıyor'' tesbitini yaptım demiştir. Sayın başkan siz bu tesbiti
İran da yaptığınız anlarda ülkenin cumhurbaşkanı İran Sorunlara mezhepsel
yaklaşıyor açıklamasını yapmaktaydı.
İnşellah bu vahdet konfransı islam ilim adamlarına, akademisiyen ve din
görevlileri Alimlere işin ciddiyetini muhakkak anlatmıştır. Siyonist ve
Emperyalist düşmanların İslam Ümmetin arasına salmak istedikleri fitneden
ümitsizliğe kapılır ve Ümmet arasında özlenen samimi sıcaklık ve kardeşlik
tesisinin güçlenmesine sebep olur. Çünkü düşman bizim eksik yönlerimizi çok iyi
çözmüş durumdadır. Heran zayıf tarafımızdan vurmayı beklemektedir. Artık Ümmet
kendisine gelmelidir. İslam Ümmeti birlik ve beraberliği kayıtsız şartsız dini
liderlerin sözlerini ve tavsiyelerini dinleyerek itaat etmelidir. İslamın
kurtuluşu Müslümanların izzeti ve İslam coğrafıyasındaki yangının söndürülmesi,
muhtaç olan mazlumlara ulaşmaının yolu Hz. Resulüllah'ın (s.a.a) muhabbet,
sevgi ve aşkıyla birbirini sevmeli ve tek vucud olmalıdır. İhtilaflar bir
kenara bırakmalı gömülen bataklık kuyusundan çıkmalıdır. Ümmetin en büyük derdi
Filistin ve izzeti ayaklar altına alınan mazlum kardeşleri olmalıdır. Onların
elinden tutmak ve Kudüsle beraber onların kurtuluşu için asıl düşman Siyonist
ve Emperyalizme karşı savaşmalı ve zaferin kapılarını açmalıdır.
Allah Hz. Muhammed Ümmetine birlik beraberlik ve izzeti nasip etsin ve
Ümmetin düşmanlarını zelil etsin inş.
Vesselamun Aleykum varehmetullah-i vaberekatuh.
Ellahumme accil livelliyike-l ferec
Tevekkül EROL
30,12,2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder